Nasranî takvimine göre her 10 Şubat’ta Abdülhamid Han’ın vefat yıl dönümü idrak ediliyor, malum. Tarihî teferruatlara girmek düşüncesinde değilim.

Ve ferman, kumardaki dört kralın buyruğu;

Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!

dizelerine muhatap avantacı harâmîler ile tek devlet evrakını dahi abdestsiz imzalamayan bir büyük dâhiyi aynı kefeye koyup kıyaslayacak neşem de yok.

Meselem şu:

İttihat ve Terakki çetesinin miladî 21. yüzyıla uzanmış budakları; kirli fikirlerini halen muhafaza edip, Sultan Abdülhamid üzerinden aziz davamızın düşmanlığını yapmaya devam ediyor. A. Cevdet’in “Abdülhamid hakkında yüz yalan uydurdum, bazısına kendim de inandım.” cümlesiyle özetlenebilecek; korkunç bir iftira kumkumasının bütün saçaklarını günümüzde de halka aşılamayı sürdürüyorlar...

Dün, Batıcılıktan Türkçülüğe, hatta İslâmcılığa kadar; Devlet-i Aliyye’nin İslâm alemdarlığı davasına set çeken tüm ithal cereyanlar, bilerek yahut bilmeyerek aynı işgalci tasmaların içine girmişlerdi. Bugün de aynı haltaları bayrak gibi taşıyorlar. Romantik gafletleri, hırslı ihanetleri; hürriyet borazanlarıyla dün nasıl profilleştirdilerse, bugün de aynı özverili basiretsizliklerin esiri olmuş durumdalar…

Bizim cephede ise iki asırlık komitacılık kültürünün mahsulü olan bir eziklik söz konusu. Silik galeyanların, tıknaz çığlıkların Müslüman refleksler üzerine sindiği bir temkin psikolojisi hüküm sürüyor. Bir tür ‘’yanlışları da var canım, yüceltmemek lazım, o da insan’’ takıntısı… Abdülhamid Han’ı gururla, hasretle anmayı bırakın, hakkını bile hakkıyla vermekten çekinen kırpılmış bir Müslüman tavrı…

Takıntı diyorum çünkü bu tavır; olması gerekenmiş gibi gözükse de temel itibariyle tarih algısına yönelik kitlelere basılan rejim çıktısı bir reaksiyon formu aslında… Ve bu ‘’gerekli’’ reaksiyon niyeyse, Müslüman Türk ruhunu rendeleyen birçok tabu kişilik için verilemiyor.

Peygamberler haricinde kimse günahsız, hatasız değildir tabiî ki. Sultan Abdülhamid de insandır. Amenna. Fakat habis figürlere tapınan ve asla eleştiriye katlanamayan hiddetli bir yobazlık kasırgasının içindeyiz! Bu kasırgayı, göz alıcı bir hakikat güneşi gibi doğarak dindireceğimize; dudaklarımızdan püf kıvamında ürkek meltemler üfleyip afet iklimlerinde savrulmayı yeğliyoruz. Ne Abdülhamid Han’ı ne de onun üzerinden sembolleştirdiğimiz asil hakikatlerimizi gönül rahatlığıyla savunabiliyoruz. Komitacı haydutların ve kafa kâğıdında Türk yazan devrimci masonların nakış nakış işlediği zihnî iktidarı aşamıyor, öz kıymetlerimizi bile mahyalaştırmaktan utanıyoruz.

Karşımızda vahşi bir medeniyet katliamının bütün plan ve icraat safhalarını; yanlışsız, mecburî ve medenî hamleler olarak servis eden yüz yıldan yaşlı bir hamakat lobisi var. Ve bu lobi, kültürden irfana, dinden politikaya kadar aktif olduğu bütün sahalarda profesyonel klikler kurarak hıyanet kusuyor. Yahudi pullarıyla süslenmiş Londra postası ezberlerin büyüttüğü halk kümelerini arkasına alarak, dün ne yaptıysa bugün de aynısını yapıyor.

Biz ne yapıyoruz? İdrak sefili nasipsizlerin hainlikleriyle yılmadan savaşan büyük bir hakanı, müminlerin hak emirini, mazlumların halifesini hakkıyla övmekten çekiniyoruz. Değeri zamanında anlaşılamayan binlerce doğrunun arasından, bugün bile, zorlama yanlışlar çıkartmaya çabalıyoruz. Ne için? İngiliz ve Alman kuklası olan, İtalyan mason locasına çalışan sahte kahramanların 21. asırdaki gayrimeşru haleflerini incitmemek için…

Devam edelim o halde!

Biz iman ve ilim ziyasını kuşanıp göğsümüzü gere gere “Ulu Hakan” diyemedikçe; onlar, yüksek şahsiyetler özelinde tüm hakikatlerimize Kızıl Sultan muamelesi çekmeye ve yeni yetme nesillerin içinden modern demokrasinin gerçek kızıl sultanlarını tükürmeye devam edecekler!