Şimdiye kadar Washington’dan yansıyan gelişmeler, Başkan Joe Biden yönetiminin Trump döneminden kalma Ortadoğu politikalarını benimsemeyeceğini işaret etmektedir. Biden, seçim sürecinde yaptığı açıklamalarda, Trump’ın ülkeye verdiği dış politik hasarları onarma sözü vermişti.

ABD’nin dış politikada daha ilkeli bir duruş sergileyeceğini ifade eden Biden, bu bağlamda demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerini yeniden dış politikanın temel öncelikleri haline getireceğini söylemektedir.

Yeni Başkan’ın Beyaz Saray’daki ilk icraatlarına bakıldığında, BM İnsan Hakları Konseyi üyeliğine geri dönme çabaları ile Paris İklim Anlaşması sürecine yeniden dahil olma girişimleri, bu yönde atılan adımlar arasında sayılabilir.

Genel uluslararası ilişkiler yanında Başkan’ın, Ortadoğu politikasında da bir takım ilkesel değişikliklere gideceği yapılan resmi açıklamalardan anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Başkan’ın öncelikli hedefinin, Ortadoğu’daki otokratik rejimlere, ilkesel bir mesafe koymak olacağı belirtilmektedir. Bu ilkesel duruşun bir yansıması olarak Cemal Kaşıkçı cinayeti üzerinden Suudi Arabistan’la ilişkileri yeniden masaya yatırması oldukça yüksek bir ihtimaldir.

Açıkça söylemek gerekirse Biden’ın bu noktada başarı sağlayabilmesi için birçok faktörün aynı anda devreye girmesi gerekmektedir. Öncelikle İslam ile terör; terör ile demokrasi arasına kalın bir çizgi çekilmelidir. İslam ile terörün iç içe olduğu; demokrasi ile İslam’ın bir araya gelmesinin mümkün olamayacağı önyargısının ortadan kaldırılması icap etmektedir.

Bu ayrıştırma yapılmadığı müddetçe Ortadoğu’da demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü konularında ciddi bir yol alınması oldukça güç bir iştir. Esasında bu ayrıştırmaya sadece Ortadoğu değil aynı zamanda tüm dünya muhtaçtır. Fransa başta olmak üzere tüm Avrupa’da güçlenme eğilimi gösteren İslamofobi, bu ayrıştırmanın ne kadar elzem olduğunu gözler önüne sermektedir.

Ortadoğu özeline gelince, günümüzde buradaki baskıcı rejimlerin özellikle 11 Eylül sonrasında, “radikal İslam” kartını batı ülkelerine karşı bir koza dönüştürdükleri fark edilmektedir. Geçmişte bu kozun adı komünizmdi. Şimdi ise radikal İslam ile terörizm arasında kurulan bağ.

ABD ve müttefiklerinin bilinçaltında, Ortadoğu’nun otoriter rejimlerinin bölgede batı karşıtı hareketlere karşı bir “sigorta” olduğu düşüncesi vardır. Buna göre bu rejimler, batı karşıtı grupların Ortadoğu’da iktidara gelmesini engelleyen önemli bir araçtır. Yine bu mantık, bölgedeki askeri darbelerde görülebilir.

Elbette bu, tek taraflı bir ilişki değildir. Rejimler, Ortadoğu’da batının çıkarlarını korurken, batıdaki ekonomik ve politik yapı da bu rejimleri korumaktadır. O halde bu çarpık ve iç içe geçmiş ilişki, bataklığın her iki kaynağını kurutmadan demokratik bir platforma nasıl taşınabilir?

Diğer taraftan Başkan Biden, Filistin meselesinde ABD’nin takip ettiği, “kayıtsız şartsız İsrail yanlısı” geleneksel politikayı ne ölçüde terk edebilir. Başkan, taşları yerinden oynatmadan, İsrail ile Filistin arasında iki devletli çözümün yeniden müzakere edilmesi için bir çaba ortaya koyabilir.

Bir konuya açıklık getirmek gerekiyor. Başkan Biden’ın, Ortadoğu’da yeni bir milat başlatmak gibi büyük projeleri söz konusu değildir. Onun yapmak istediği, Amerika’yı Trump’ın öncesi ayarlarına geri döndürmektir. Yoksa İsrail’in güvenliği, otoriter Arap rejimlerinin istikrarı ve batılı müttefiklerin ticari çıkarları üzerine kurulu siyasi ve toplumsal bir düzeni tersyüz etme niyeti bulunmamaktadır. O yüzden Ortadoğu’da değişmesi muhtemel olan, yerleşik düzen değil kullanılan retorik olacaktır.