Allah Rasûl’ünün hayatı ve mübarek sözleri bunun en bariz ispatıdır. O, eşlerine ve kızlarına en güzel şekilde davranmış; "sizin en hayırlınız eşlerine en hayırlı olanınızdır," buyurmuştur.

Evet, İslâm kız çocuğunu gömülmekten kurtarmıştır. Ama bu günlerin 'kadınlar günü' lâfları asla iyi niyet değildir. O halde bir Müslüman bu günü asla kutlayamaz. Bunun vebali vardır. "Kim bir kavme benzemek isterse o, onlardan olur," hadisini unutmamalıdır.

Allah Rasûl’ü (sav) Efendimiz veda hutbelerinde, “onların birer emanet olduğunu” haber vermişlerdir. Bundan daha iyi bir değer olabilir mi?

NİFAK EHLİNİN SALDIRILARI

Gönlü süflî ve îmandan mahrum kişilerin zaman zaman pervasızca söz söyleyip, karalamak istedikleri kadın konusunda da, geniş bilgiye sahip olmamız gerekir.

İslâm’ın kadına verdiği değeri bilmek için, kendisinden önce kız çocuklarının ve kadının durumuna genel olarak bakmak lâzım.

İslâm’dan önce cahiliye döneminde hepimizin bildiği acı bir gerçek vardı ki o da; o küçücük kız çocuklarının, mini mini yavruların, dipdiri bir şekilde kumlara gömülerek öldürülmeleriydi. Allah Teâlâ bu korkunç katilliğin hesabını soracağını şöyle haber verir:

"-(O diri diri toprağa gömülen) kız çocuğunun, niçin öldürüldüğü sorulduğu zaman!" (81 Tekvîr 8-9.)

Bu ölümden kurtulanlar iyi miydi sanki? Kimileri alınıp-satılıyor, kimileri eşya gibi muamele görüyordu. Kolayca evleniliyor, kolayca bırakılıyordu. Hatta bazen miras gibi telakki ediliyordu. O, bir şehvet aracı olarak görülüyordu. Maalesef, hiçbir hakka sahip değildi.

AYNI DÖNEMLERDE DÜNYADA KADININ DURUMU

"Gerek Asya ve gerek Avrupa'da kadın, (kendi) hukukundan mahrum idi. Hiçbir hak sahibi sayılmazdı. Erkek istediği zaman onu boşar, istediği zaman alırdı. Yahudi kızları babalarının evlerinde bile bir hizmetkâr gibiydi ve icabında satılırlardı. İran’da Mezdek, kız kardeş ve ana ile evlenmeği bile caiz gören, sözüm ona, bir din kurmuştu. Zerdüşlük de, kız kardeş ile evlenmeyi kabul ediyordu. Bu vaziyete düşen kadınlıktan ne beklenirdi?

Yunanlılar da kadınları evlerinde kilitler ve bunların umum arasında görünmelerine müsaade etmezlerdi. Güya en medenî olan Atina'lılar arasında bile kadın, çarşılarda satılır, başkalarına ihale olunur zevke tâbi bir aletti." (Berki, Ali Himmet, Keskioğlu Osman, Hatemü’l-Enbiyâ Hz. Muhammed Ve Hayatı, Ank. 2001, s. 11-13.)

Evet, Hıristiyan Avrupa da yıllarca bu safsatalarla uğraştı. Kiliseler insanları asıl gaye ve maksatlarından uzaklaştırdı. Zira oralar artık bir ticarethane haline gelmişti. Kendisini dine adayan papaz ve rahibeler evlenemiyordu. İnsanın en tabii haklarından birisi olan ve fıtraten de ihtiyacı olan zevcelik ve annelik gibi mukaddes müesseselerin mahvolması, ne büyük bir ihanet değil miydi? Şimdi onlardan nice cinsel taciz haberleri gelmiyor mu?

Ortaçağ boyunca Batı’da kadın bu konumunda kalmış, 1789 Fransız İhtilâline kadar da kadının durumunda bir düzelme görülmemiştir. İhtilâlden sonra insan hak ve hürriyetleri gündeme gelmiş ve önemli mesafeler katedilmiş olmasına rağmen, kadın hakları konusunda önemli bir gelişme kaydedilmemiştir. 1805 yılına kadar İngiltere’de, kocanın karısını satma hakkı devam etmiş, 1938 yılına kadar Fransa Medenî Kanunu “akıl hastasını, çocuk ve kadını” hukûkî ehliyet bakımından kısıtlı saymış, mezkûr tarihte kadın lehine yapılan kanun ta’dîli de evli kadınlar aleyhine olan bazı kayıtları kaldırmamıştır. Bütün bunlara kapitalist ekonomi döneminin iş hayatında kadın ve çocukların alabildiğine ezilmesi de eklenince, Batı’da kadın hakları hareketi başlamıştır. (Karaman, Hayreddin, İslâm’da Kadın ve Aile, Ensar Nşr., İst. 1995, s. 11-12.)

İSLÂM’DA KADIN

Karanlık ve zulmetleri güneşler misali aydınlatan İslâm, kadını bir mal ve şehvet aracı olmaktan alarak, evindeki tahtına oturtmuştur. Mihirle kocasına varmış, Allah'a kullukla dolu bir yuva kurmuş ve annelik sarayına girmiştir. O saray ki, akılların donduğu ve durduğu güzellikte, eşsiz bir nimettir. İşte bunun ispatı:

Câhime (ra) Hz. Peygamber’e (sav) gelir ve:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Ben cihada katılmak istiyorum. Bu konuda sizinle istişare etmeye geldim, der. Rasûlullah (sav):

-Annen var mı, diye sorar.

-Evet, deyince:

-Öyleyse annenden ayrılma, zira cennet onun ayağının altındadır.” (Nesâî, cihad 6.)

Acaba kâinatta, kadına, bundan daha büyük bir hak ve saltanat verilmiş miydi?

Bu genel bakıştan sonra, konumuzu üç bölüme ayırarak inceleyelim ki, daha kolay anlaşılsın:

A-   KIZLIK DÖNEMİ

Kız çocuğu hepimizin bildiği gibi sevimli, nazlı ve korunmaya muhtaç olur. Erkek çocuğuna yüklenen görevler ona verilemez. Aslında kadının durumu da böyledir. İşte bundandır ki, kız çocukları ve genç kızlar ağır şartlarda ve ağır işlerde bulunamazlar. O, İslâmî terbiye ile yetiştirilmeli, gelecekte yuvasına ve çocuklarına en güzel bir anne olarak hazırlanmalıdır. İlmi, irfanı da kesinlikle ihmal edilmemelidir.

Ne yazık ki bazı çevrelerde kız çocukları hor görülürler. Bu durum belki de ta cahiliye döneminden gelme, kötü bir telâkkidir. Hâlbuki İslamiyet’in ona verdiği kıymet başkadır.

Hadislerde şöyle buyurulur:

“Kim iki kıza, bâliğ oluncaya kadar, yardım edip yetiştirirse kıyamet günü o kimse, ben ve o şöyle gelir,” buyurdu ve parmaklarını bir araya topladı. (Müslim, birr 149.) 

 “Kimin kız çocuğu olur da, bunları öldürmez, alçaltmaz, erkek çocuklarını onlara tercih etmezse, Allah onu cennete koyar.” (Ebû Davud, edeb 120-121.)

Bugün Avrupa'ya benzetmeye çalıştıkları kızlarımız, ne perişan hale getirilmiştir. Kadın mı, erkek mi belli değil. Kadınlık hissiyatından uzaklaştırılmış, annelik duyguları unutturulmuştur. Hatta anne olmaktan da soğutulmaya gayret edilmektedir. Efendimiz (sav) çoğalmamızı isterken, Avrupa bundan korkarak artmamızı istemiyor. Ne acıdır ki, doğum kontrolleri safsatasıyla, bu güzel hakikatlerden uzaklaştırılmaya çalışılıyoruz.

Özellikle genç kızlarımıza şöyle demek ihtiyacını duyuyoruz: Batıya özentiyle yetiştirilen kızlarımızın hali acaba iyi mi? Nice kızlarımız arkadaş edinme ve flört yapma havalarıyla, bataklıklara sürüklenmiyorlar mı? Bu dehşetli sonuçları her gün basında defalarca görmüyor muyuz? Arkasından ise esrarengiz ölümler, intiharlar ya da uyuşturucu müptelası olarak esir olmalar. Bunları belki gözlerinizle görenleriniz de vardır. Demek ki bu hayatın sonu yoktur.

B-   EŞLİK DÖNEMİ:

Dinimize göre kadınla erkek arasında hiç bir fark yoktur. Birinin diğerine üstünlüğü ancak takva iledir:

 “Allah katında en üstününüz, O'ndan en çok korkanınızdır.” (49 Hucurât 13.)

İslâm şahsiyetleri içinde nice kadınlar vardır ki, binlerce erkekten üstündür.

Tabii ki yaratılış durumuna göre kadın anne olur, çocuklarına şefkatle kanat gerer. Eşcinsellik yaygaraları fıtrata aykırı ve insan yaratılışını bozmaya yönelik zalimce bir akımdır. Evinin iç idaresini o temin eder. Çalışacaksa İslami usuller çerçevesinde kendisine uygun bir işte çalışır. Aslında ihtiyaçları kocasına aittir. Allah cc şöyle buyurur:

 “Namuslu ve zina etmemek üzere mallarınızla (mehirlerini vererek) kadınlarla evlenmek istemeniz size helâl kılındı.” (4 Nisa 24.)

Rabbimiz nikâhsız beraberliği yasaklamıştır. Zira zinadan hâsıl olan nesiller, sahipsiz olur. İnsanlarda hayâ, iffet, namus ve aile gibi en büyük mana ve müesseselerin mahvolmasına ve milletlerin yok olmasına sebep olur.

C-  “ANNE”LİK DÖNEMİ

Anne olmak… Nice manâlar ifade eder. Allah'ın kâinata koyduğu intizamın, yegâne prensip ve ihtiyaçlarından bir tanesi. Özü; sevgi ve şefkate dayalı olarak kurulmuş koca bir âlem. Dünyaya getirdiği yavrusuna, ciğerlerini parçalayacak şekilde; "Yavrum!" diye yırtılan bir ana. Onun gözyaşı yavrusu için, yavrusunun gözyaşı, onun şefkatini celbetmek için. Şimdi siz bakmayın bazılarının yavrularını çöpe ya da cami kenarına koymalarına. Onlar ya zina mahsulü ya da bozuk inancın semeresidir.

Bir tarafı acıyan bir çocuk, bir genç, bir orta yaşlı, hatta bir ihtiyar bile niçin "Anam" diyor hiç düşündük mü? O ihtiyarın anası kabirden çıkıp gelse, şüphesiz ki "Yavrum" diye gönülden ona sarılacaktır.

Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:

"Biz insana ana ve babasına iyilik etmesini öğütledik. Anası onu zahmetle taşıdı, onu zahmetle doğurdu. Ona gebe kalması ve sütten kesmesi otuz ay sürer." (46 Ahkâf 15.)

EN ÇOK HİZMETE LAYIK OLAN     

Bu hakikati anlayan evlât, onları horlayıp itebilir mi?

Bunun sözü bile çok korkunç. Eğer Batı bu değerlere sahip olsaydı, güya yalnız kadın evleri yaptırmazdı. Kimsesiz insanların harici bile, evlatları olduğu halde son zamanlarında dört duvarlı beton yığınlarına atılıyor. Şimdilerde bizde de bu yaygınlaşıyor. Kısmen belki gereklidir. Bunun dışında eğer insanlar bu manâyı uygulayabilseler, pek tabiidir ki huzur evlerine ihtiyaç bile duyulmaz. Zira oralar bu insanlara aslında birer ıstırap evleridir.

Peygamber (sav) Efendimiz’in şu hadîs-i şerifleri de, kadına yani anaya verilen değerin büyük bir numunesidir:

-Rasûlullah’a (sav) bir adam geldi de:

-Ey Allah’ın Rasûlü, iyi himayeme insanların en fazla lâyık olanı kimdir, dedi.

Rasûl-i Ekrem:

"-Anandır" buyurdu. O:

-(Ondan) sonra kimdir, dedi Rasûlullah:

-"Yine anandır" dedi, O, (tekrar):

-(Daha) sonra kimdir, dedi. Peygamberimiz:

-"Anandır," buyurdu. O:

-Sonra kimdir deyince de;

-"Babandır," buyurdu. (Buharî edeb 2.)

İşte kadını öne almak budur. Görüldüğü gibi eşit değil, ondan üstündür.

Ya şimdi ne yapmak istiyorlar? Bir şehvet aracı değil mi?

Yurtsuz, yuvasız, sahipsiz, eşsiz ve çocuksuz. Gazete yazarının attığı başlığa bakın: Baba evini derhal terk edin kızlar! Mine Söğüt. 5 Mart 2021. Cumhuriyet Gazetesi.

Evet, maalesef zina ve eşcinsellik meşrulaştırılmak isteniyor. Bazı kadın ve LGBT dernekleri bunun için çalışıyor. Hükümet bu konuda neden duruyor anlamış değiliz.