Osmanlı Devleti 1918 yılında fiilen sona erdi. Yeni kurulan devlet İstiklal Harbinin ardından bağımsızlığını tescilleyerek başkenti Ankara olan Türkiye halini aldı. Fakat ortada bir sorun vardı. Osmanlı döneminde doğan büyüyen milyonlarca fertten oluşan millet doğal olarak kurulan yeni devletin vatandaşları haline geldi. Yapılan savaşlarda can veren, bedel ödeyen de aynı milletti. Oysa 1924’ten itibaren yeni kurulan Cumhuriyet yönünü tamamen batıya dönerek bu yolda kararlı adımlar atmaya başladı. İstiklal Harbinden yeni çıkan millet o kadar yorgundu ki atılan bu adımları bir geçiş dönemi tedbiri olarak değerlendirdi ve taşların zamanla yerine oturacağı fikrine sığındı.

On yıl içerisinde Osmanlı’nın bel kemiğini oluşturan kültürel miras neredeyse tamamen silindi. Devletin elinin ulaştığı her yerde batılı anlayışla harmanlanan yeni bir kültür ve toplum anlayışı empoze edildi. Bu adımlar kanunlarla, yasaklarla ve cebri önlemlerle desteklendi. Tarihimiz altı asırlık Osmanlı Devleti yok farz edilerek yeniden yazıldı. Osmanlı eserleri yıkıldı veya kaderlerine terk edildi. Latin harflerine geçilmesiyle eski yazıyla kaleme alınan eserler geri dönüşüm olarak satıldı veya yakıldı. Bu furyadan kurtulabilen eserler ise köşe bucak saklandı. Kılık kıyafetten tutun musikiye kadar her alanda batılı ölçüler kabul edildi. Bir dönem radyolarda Klasik Türk Musikisi yasaklandı. Geleneksel sanatlar yerine modern sanatlar ihdas edildi. Tambur, ney, kanun, kemençe gibi geleneksel çalgıların yerini piyano, gitar, keman gibi batılı çalgılar aldı. Son aşamada ise dilde sadeleşme adı altında on binlerce Türkçeleşmiş kelime lügatlerden çıkarılarak yerlerine uyduruk kelimeler konulmaya çalışıldı.

Tarihi mirasımıza dönük bu kültür soykırımı 1945’lere kadar yoğun olarak devam etti. 1945’lerden sonra rüzgârı kesilse de özellikle darbeciler tarafından sürdürüldü. Kadim mirasımızın tamamen korumasız kaldığı bu dönemde vicdan ve irfan sahibi bazı münevverler yaşanan yangına aldırmadan ateşe girmeyi ve pek çok değerli mirası kurtarmayı başardı. Sessiz sedasız çalışan bu isimler kurdukları cemiyetlerle, yazdıkları eserlerle bu meşum sürecin hasarını azaltmaya çalıştılar. M. Fuat Köprülü, Süheyl Ünver, Ayverdiler, Necmeddin Okyay, Ali Emiri, İbnülemin Mahmut, Rikkat Kunt, Mesud Cemil, Celal Ökten, Mümtaz Turhan, Mustafa Nihat Özön, Osman Turan, Nurettin Topçu, İsmail Fenni Ertuğrul, Muzaffer Özak, Turgut Cansever, Kemal Edip Kürkçüoğlu, Hamit Aytaç, Cinuçen Tanrıkorur, Sabri Ülgener, Kenan Rıfai, Nihat Sami Banarlı, Münevver Ayaşlı, Abdülbaki Gölpınarlı, Mustafa Düzgünman, Fethi Gemuhluoğlu, Orhan Şaik, Mükrimin Halil, Necip Fazıl bu kahramanlardan bazılarıdır.

Sâmiha Ayverdi (25 Kasım 1905-22 Mart 1993) bu dönemin en gayretli ve üretken isimlerinden biridir. Sâmiha Ayverdi, Ekrem Hakkı Ayverdi, İlhan Ayverdi adeta Allah’ın bu millete bir lütfudur. Ayverdiler, tüm ömürlerini Osmanlı’nın maddi ve manevi mirasını hakkıyla temsil, tescil ve ihya etmek için vakfetmişlerdir. Sâmiha Ayverdi 1920’li yıllardan 1993 yılında vefatına kadar ömrünü milletin kendi öz mirasını, değerlerini tanıması yolunda konferanslar vererek, yaklaşık 50 esere imza atarak, birbirinden etkili cemiyetler kurarak geçirmiştir. Ayverdi, yapılan hatalara dair eleştirilerini yüksek sesle dile getirmekten de geri durmamış, bu yolda siyasilere ve devlet adamlarına mektuplar yazmıştır. Sonraki neslin yetişmesinde büyük tesiri olan Ayverdi bu sebeple “Sâmiha Anne”, “Vakıf Ana", "İstanbul Hanımefendisi" ve "Son Osmanlı" gibi sıfatlarla anılmıştır. Şeb-i Arus merasimleri ilk defa 1954’te Ayverdi’nin öncülüğünde başlatılmıştır. Yeni Doğuş Cemiyeti isimli bir derneğin kuruluşuna da öncülük eden Ayverdi bu dernek vasıtasıyla halk âşıklarına ulaşarak derlemeler yapmış, kasetler hazırlatmış, böylece Yunus Emre’nin yeni nesillere tanıtılması sağlanmıştır. Ayrıca Kubbealtı Vakfı, İstanbul Fetih Cemiyeti, Yahya Kemal Enstitüsü, Türk Kadınları Kültür Derneği gibi cemiyetlerin kuruluşunda Ayverdi’nin katkıları bulunmaktadır. Ayverdi hayatı boyunca Kur’an ve Peygambere olan bağlılık ve benzersiz vatan aşkıyla harmanladığı bir tasavvuf anlayışını benimsemiştir. Hemen hemen tüm eserlerinde batıyı körü körüne taklit edenleri eleştirmiş ve bizi biz yapan ne kadar değer varsa bunları yaşatmak için mücadele vermiştir. Ayverdi, eserlerini muhteşem bir üslûp ve zengin bir Türkçe ile yazmıştır. Ayverdi'nin bütün kitapları, bilhassa Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, Boğaziçinde Tarih, İstanbul Geceleri, İbrahim Efendi Konağı, Edebî ve Mânevî Dünyası İçinde Fâtih, Abide Şahsiyetler, Millî Kültür Meseleleri ve Maarif Davamız, Kölelikten Efendiliğe adlı eserleri okunmalı ve okutulmalıdır. Ayverdi, hayatı boyunca çevresindeki insanlarla ilgilenmiş, binlerce insan yetiştirerek millete kazandırmıştır. Kurmuş olduğu Kubbealtı Akademisi ve buradan yayınlanan eserler bugün de önümüzü aydınlatmaya devam ediyor. Makamı cennet olsun.