İnsanın çelişkilerden, yalpalamalardan, tutarsızlıklardan uzak, istikrarlı bir duruşu olmalı…

Eskiye ait şahsiyet örneklerini dinlerken ya da okurken bu tutarlılıkların çok daha belirgin olduklarını görebilirsiniz…

Kendisini hangi fikri konumda tanımlarsa tanımlasın, ilim ve siyaset erbabının, çizdiği sınırlara daha sadık kaldığı bir geçmişten söz etmek mümkün…

Fakat günümüzde fikri tanımlamalara ait sınırların çok fazla geçirgen hale geldiği ve kimin neyi savunduğunun gittikçe fulülaştığı ilginç bir süreç yaşıyoruz…

Aydınların ya da siyasetçilerin, karşıdakini şaşkına çeviren manevraları artık nadir olmanın çok ötesine geçmiş vaziyette…

İnsanlar elbette zaman içerisinde fikirlerini geliştirirler…

Beraber yol yürüdükleri insanlarla fikri ayrılıklara da düşebilirler…

Fakat bu ayrı düşmenin, marjlara savrulma şeklinde cereyan etmesi çok da sıradan değildir; kolay da değildir…

En azından bugün yaşandığı şekliyle hiç değildir…

Bir siyasetçi ya da aydın nasıl oluyor da daha önce yaşadığı “fikir mahallesi”ni terk eder etmez, soluğu yüz seksen derece farklı fikirleri savunan mahallede alabiliyor…

Sadece soluğu orada almakla da kalmayıp adeta o mahallenin sakinlerine, bir “günah çıkarma merasimi”yle kendini kabul ettirmenin yolunu zihninde meşrulaştırabiliyor…

Sırf çıkarları için inandıklarını ve asla vazgeçmemesi gereken değerlerini müzakere masasına sürebiliyor…

Bu, gerçekten ilkeli zihinler için anlaşılması oldukça zor ve bir o kadarda utanç verici bir durum…

Bir aydın ya da siyasetçi ömrünü verdiği, “ dava” diye savunduğu şeylerden bu kadar çabuk nasıl vazgeçebilir?

Soluğu aldığı ve “Aslında siz ne güzel insanlarmışsınız biz sizi bugüne kadar neden görmemişiz” diyecek kadar karşılarında karakter eksilttiği diğer mahallenin, samimiyetini sorgulama gereği dahi duymamak, onlar tarafından uğratıldığı mağduriyetlerin tamamını unutmak ne büyük bir zillet…

Bir göz, karşı mahallenin onu hangi koşullarda kabul ettiğini göremeyecek kadar körleşebiliyor demek ki…

Bir tefsir profesörünün Almanya’dan bir üniversiteden aldığı kabul ile ilgili karşı mahallenin televizyonuna verdiği mülakatı dinledim…

Malum profesörün Türkiye’de yaptığı açıklamalar ve sonrasında yaşananları hepiniz biliyorsunuz…

Aynı akademisyenin bugünü için “Aslında ben ne büyük bir Atatürkçüymüşüm, laiklik aslında ne büyük bir nimetmiş şimdi anladım” demesini, onun adına büyük bir üzüntüyle izledim…

Müfterilere, iftiralarını delillendirebilecekleri yeni bir devşirme aydın kazandırdığı için… 

“Yarabbi hiçbir fikir insanına bu zilleti yaşatma” demekten de kendimi alamadım…

Bu, bir aydın için fikri bir terakki değil, gerçek bir savruluştur bana göre…

Yorum kabiliyetini “aşırı yorum”a kaptırmış bir kafanın hezeyanlarından başka bir noktaya da varmaz bu gidiş…

Siyasetteki savrulmalar, karşı mahalleye yaranma çabaları ise herkes için çok daha görünür olarak gerçekleşiyor…

Onların durumu ise çok daha keskin bir dil ve çıkar zemininde ilerliyor; ne yazık ki…

Yeni kabulleri ve savundukları, ayrıldıkları mahallenin şaşkın bakışlarıyla kayıt altına alınıyor elbette…

Fikri değişime ve gelişime eyvallah…

Lakin istenen fikri savrulmaya, zıddına yaranmaya müsamaha ise işte ona asla!

Rabbim hiç kimseyi bu denli şaşırtmasın; şaşırmış olduğunun farkında bile olamayan şaşkınlıkla da imtihan etmesin…