Savaş, taraflar arasında bir hedef uğruna uygulanan şiddetin adıdır. O hedef ihtiyaçlardır. Esasında insanların olduğu gibi devletlerin de temel ihtiyaçları sınırlıdır. Barınma gereksiniminin de içinde olduğu güvenlik ve beslenme temel ihtiyaçların başında gelir. Bugün bu ihtiyaçların yerini kazanma hırsı ve zenginlik arayışı almış, suni sınırsız ihtiyaçlar üretilmiştir. Gıda gereksiniminin insanın en temel ihtiyacı olduğu unutulmuş, doyumsuz kazanma hırsı ve sermaye birikimi iştahı her şeyin önüne geçmiştir. Güvenlik talebi bile devletlerin zenginleşme arzularını yumuşatmaya yönelik algı manipülasyonuna dönüşmüştür. Tarih, savaşan iki tarafa aynı anda silah satan büyük devletlerin hikâyeleri ile doludur. Avrupa’da ateşli silahların yaygınlaşması zenginleşmenin yolunu açan coğrafi keşifleri doğurdu. Coğrafi keşifler, demiryollarının yapılması ve sömürgeleştirmeler savaşları besledi. Savaşlar silah yapımı olarak teknolojik gelişmeleri tetiklediği gibi daha büyük yıkımlı savaşlara neden oldu. Böylelikle silah ticareti arttı, savaşın yıkımı yeni talep ekonomisini meydana getirdi. Zenginliğin adil dağılımının olmadığı dünyamızda asırlardır en güçlü devletler hep aynı kaldı.

Zenginliğin el değiştirmesine fırsat verilmediği gibi serbest ticaret de daha çok zengin devletlere yaradı. Napolyon Savaşları sonrasında zayıf İngiltere, güç toplamak için dış dünyaya kapalı bir politikayla gelişim sağladı. Yine Monroe Doktrini’nde ve iki Dünya Savaşı arasında ABD, serbest ticarete karşı çıktı ve içe dönük strateji sürdürdü. Bu iki hegemon güç, zenginleştikçe serbest dolaşım ve ticaretin en büyük savunucusu oldular. Kapitalist zihniyet daha fazla kazanmak için pazar bulmak, diğer devletlerle ticaret yapmak zorundadır. Teknoloji kapitalizmin verimliliğini artırdı, fakat sömürüyü de ortadan kaldırmadı. Dünyanın küçük bir köy haline gelmesi daha barışçıl bir gezegen meydana getirmedi, aksine savaşın bilançosunu artırdı. Küreselleşme, sermaye birikimi ve pazar arayışlarına yönelik kapitalizmin önünü açtı. ‘Modern devlet sermaye ihtiyaçları doğrultusunda politika belirler’ şeklindeki Marksist iddia büyük oranda tuttu.

Devletlerin etik değerleri politik kaygılara mağlup oldu. Bugün güvensizliğin doğurduğu unsurlar kazanç hırsıyla perçinlenmiştir. Kanıksanmış olan faiz bile toplumlardaki güvensizliğin sonucunda doğmuştur. Faiz, bugün ekonomide bir ihtiyaçsa güvensizlik bunun en temel koşuludur. Devletlerin kazanma hırsı öyle bir boyuttadır ki barıştan söz ettiklerinde bile dış politika stratejisini süslü cümlelerle gölgeledikleri düşünülür. Yeryüzündeki kaynakların sınırlı olduğu inancı devletleri agresif şekilde silahlanmaya sevk eder. Kaynakların sınırlı olması sıfır toplamlı ülkeler arası ilişkilerin olduğu bir dünyayı tanımlar. Teknolojik gelişmeler sınırlı kaynakları belirli ölçüde verimlilikle artırabilse de bu durum çatışma potansiyelini azaltmaz, aksine devletlerin zenginlik iştahını göreceli küçük devletlere yönlendirir, böylece sömürü devam eder. Bu sebeplerden de savaşlar aralıksız sürer.