Kıymetli dostlar; öncelikle sizi selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum. Geçtiğimiz hafta sonu 104 emekli amiral tarafından yayınlanan bir bildiri düştü gündeme. Yok, uluslararası antlaşmalarmış, yok İstanbul Sözleşmesi neden feshedilmiş, yok Kanal İstanbul yapılmasın, yok Montrö Boğazlar Sözleşmesi neden sorgulanıyormuş…

Eğer saydıkları gerekçelere dikkat etmezsek ne olurmuş biliyor musunuz? “ DARBE” yaparlarmış! Ancak vatandaştan bekledikleri tepkiyi alamayınca sözüm ona kendini aydın olarak nitelendiren gazeteciler harekete geçti bu sefer. Başladılar “ne darbesi, ne darbe iması Montrö ye karşı hassasiyetlerini dile getirmişler” “Montrö hakkında Amiraller konuşmasın mı?” demeye. Siz nasıl aydınsınız? Okuma yazmanız yok mu? Şu cümleleri bir defa daha okuyun ne anlıyorsunuz?

“Bu gerekçelerle, TSK ve Deniz Kuvvetlerimizi bu değerlerin dışına çıkmış, Atatürk'ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarını kınıyor ve tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz. Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşabilecektir.”

15 Temmuz’u unutmayın

Darbe iması yaparak bu cümleleri kurarken Türkiye Cumhuriyeti’nin Akdeniz’de Karadeniz’de verdiği mücadeleyi görmediniz mi? Ya da bugüne kadar dünyanın dört bir tarafından gelip siz daha henüz emekli olmadan önce bizim hakkımız olan yerlerde Rumlarla işbirliği yaparak hükümdarlık kurup, haklarımızı gasp edenleri görmediniz mi neden bugüne kadar sesiniz çıkmadı? Rahatsız olduğunuz, şimdi gözünüze batan kandil mesajı yayınlayan, namaz kılan komutanlarımız mı? Onlardan mı rahatsız oldunuz açık konuşun… Mustafa Kemal Atatürk’ün arkasına sığınarak daha ne kadar “İslam” düşmanlığı yapıp milletin aklı ile alay edeceksiniz?

Net bir şekilde sormak istiyorum. Siz şerefli Türk ordusuna hizmet etmiş amirali mi, elinde Amerikan bayrağı sallayan Biden'in askeri misiniz? Bu yayınladığınız mesajla kime ya da kimlere hizmet etmek istiyorsunuz? Kimin hangi devletin çıkarlarını koruyorsunuz?

Söylemeden geçemeyeceğim! Yıllarca şanlı ordumuza, Peygamber Ocağımıza sülük gibi yapışmış, kendi menfaatleri için Mustafa Kemal Atatürk’ü kullanarak TSK’yı sömürmüş kodamanlar “Darbe”nin “D”si aklınızdan geçiyorsa 15 Temmuz gecesi yaşananları, bu milletin iradesine darbe yapmaya çalışanların başına gelenleri unutmayın! Çünkü biz ne o gece yaşananları, ne de bu milletin iradesine darbe vurmaya çalışanları ne de şehitlerimizi unutmadık. Sizin ülkemizi peşkeş çekmek istediğiniz güçlere karşı da kanımızın son damlasına kadar bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da mücadele edeceğiz.

Lozan’da Boğazlar

Lozan Barış Antlaşmasının 23. maddesinde Boğazlar’la ilgili şu hüküm yer alır;

Bağıtlı Yüksek Taraflar, Boğazlar Rejimine ilişkin bugün yapılmış Sözleşmede açıklandığı üzere, Çanakkale Boğazında, Marmara Denizinde ve Karadeniz Boğazında denizden ve havadan gerek barış gerek savaş zamanlarında özgürce geçiş ve gidiş-geliş ilkesini kabul ve açıklama konusunda anlaşmışlardır. Bu Sözleşme, buradaki Yüksek Bağıtlı Taraflar için, işbu Antlaşmada yazılmış olsa idi onun sahip olacağı güç ve değerin tıpkısına sahip olacaktır.”

Nerede kaldı bizim toprak bütünlüğümüz? Nerede kaldı bizim bağımsızlığımız? Nerede kaldı bizim egemenlik haklarımız?

Bu soruların hepsine verilebilecek tek cevap “Lozan” olsa gerek. Çünkü antlaşmanın 23. maddesi ve buna bağlı olarak yapılmış olan boğazlar sözleşmesi ile toprak bütünlüğümüz zedelenmiş, bağımsızlık mücadelemiz yok sayılmış, egemenlik haklarımız ise tamamen ayaklar altına alınmıştır. 20 maddeden oluşan Boğazlar sözleşmesi Türkiye için çok önemliydi. Kendi topraklarıyla çevrili Boğazlar bölgesine hâkim olamayacak, gelecek tehlikelere anında müdahale edemeyecek, müdahale edebilmesi için garantör ülkelerden izin alacak gibi maddelerle Boğazlar üzerindeki tüm haklarımız bir sözleşme ile elimizden alınmış ve biz buna sadece razı olmak zorunda kalmıştık. Çünkü Lozan Boğazlar Sözleşmesi, Boğazlar’dan serbest geçişi, Boğazlar Komisyonu’nun kurulmasını, boğazların ve civarının askersiz hale getirilmesini hedef tutan ve Milletler Cemiyeti’nin de garantisini sağlayan bir antlaşmaydı.

Haklarımızın bir kısmı iade edildi

Peki, bu haliyle sözleşmenin Sevr projesinden farkı neydi? Sevr Antlaşması’nın Boğazlar ile ilgili maddesine göre İstanbul Boğazı, Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi silahsızlandırılacak, savaş ve barış döneminde bütün devletlerin gemilerine açık olacak, Boğazlardaki deniz trafiği 10 ülkeden oluşan ve başkanı Türk olmayan komisyonca yönetilecek ve komisyon gerekli görürse müttefikleri yardıma çağırabilecekti.

Kesinlikle kabul etmediğimiz ve yok saydığımız Sevr Projesi Boğazlar maddesi ile Lozan Antlaşması’nın Boğazlar maddesi arasındaki tek fark komisyon başkanının Türk olmasıydı…

Savaş şartlarıydı, zor durumdaydık ve önümüze sunulan bu barış antlaşmasını öyle veya böyle en azından komisyon başkanının Türk olması şartıyla neredeyse Sevr projesinde olduğu gibi kabul etmiştik. Ama kendi topraklarımızda egemenlik haklarımıza karşı yapılan bu saldırıyı kabul edemezdik. Etmedik de. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’nın içinde bulunduğu durumdan yaralanarak iki ay süren bir toplantının ardından 20 Temmuz 1936'da imzalanan yeni Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye'nin kısıtlanmış haklarının bir kısmı iade edilmiş ve boğazlar bölgesinin egemenliği kısmen Türkiye'ye geçmiştir.

Kemalistlere “Atatürkçülük” dersi

Buradan yola çıkarak “Lozan Türkiye’nin tapusudur.” değiştirilemez diyenler Lozan’ı imzalayanların dahi Lozan’da değişiklik yaptığından, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Cumhuriyet’i biz kurduk siz yükselteceksiniz.” Sözünden haberdar değiller sanırım…

Bu söz aslında bizim için bir işaret değil mi? Yani ortada tam olarak bütün sistemleri kurulmuş bir yapı değil, sadece kurulmuş bir sistem vardı. Sistem kurulduktan sonra bu sistemi yükseltmek bizim en temel görevimiz olması gerekiyordu. Ancak sistemi daha ileriye taşımak yerine yıllarca ülkeye hizmet etmeye çalışanları, “Atatürk’e düşmansınız” diye yaftalamaktan öteye geçemediler. Türkiye Cumhuriyeti’ne teknolojik ve bilimsel manada tek bir katkı sunmadılar. Ve bunu her defasında Mustafa Kemal Atatürk’ün arkasına sığınarak yaptılar maalesef…

Ancak, şunu iyi bilmemiz lazım ki Montrö'yle Mustafa Kemal Paşa zamanın şartları içerisinde bu şartları da dikkate alarak Misak-ı Milli'nin bir hükmünü yerine getirmiştir. Bunu imzaladıktan sonra kendisine halledilecek başka bir meselenin kalmadığını söylediğinde “Şimdi Antakya, İskenderun yani sancak meselemiz var” demişti… Yani Montrö’den sonra Lozan’ın tekrar değişeceğini söylemiş, bir nevi Lozan’ın değişmesi konusunda vasiyette bulunmuştu. Çünkü O’da çok iyi biliyordu ki ilerleyen zamanlarda gücünü toplayan Türkiye Cumhuriyeti zamanın şartlarına göre Lozan’da da, Montrö’de de kendi menfaatlerine göre değişiklik yapacaktı.

Montrö Kanal İstanbul’a göre güncellenecek

Mesela; Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin 2. maddesi; “Barış zamanında, ticaret gemileri, gündüz ve gece, bayrak ve yük ne olursa olsun, aşağıdaki 3. madde hükümleri saklı kalmak üzere, hiçbir işlem (formalite) olmaksızın, Boğazlardan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) tam özgürlüğünden yararlanacaklardır. Bu gemiler, Boğazlar’ın bir limanına uğramaksızın transit geçerlerken, Türk makamlarınca, alınması işbu Sözleşmesi’nin I Sayılı Ekinde öngörülen vergilerden ve harçlardan başka, bu gemilerden hiçbir vergi ya da harç alınmayacaktır…”

Yani Uluslararası Deniz Hukuku kuralları ve fesih şartlarında da belirtildiği gibi sözleşmenin I sayılı Ek 'i değişmedikçe Boğazlardan geçecek hiçbir gemiden zorunlu olarak, sözleşmenin I sayılı Ek 'inde öngörülen vergilerden ve harçlardan başka ücret talep edemiyoruz…

Ya da aynı sözleşmenin 4. maddesi; “Savaş zamanında, Türkiye savaşan değilse, ticaret gemileri, bayrak ve yük ne olursa olsun, 2. ve 3. maddelerde öngörülen koşullar içinde Boğazlar’dan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğünden yararlanacaklardır. Kılavuzluk ve yedekçilik (römorkörcülük) isteğe bağlı kalmaktadır.”

Montrö Sözleşmesi’nin süresi, yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak, 20 yıl sürecekti. Bununla birlikte, sözleşmenin 1. maddesinde doğrulanan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğü ilkesinin herhangi bir müdahaleye tabi olmadan sonsuz bir süresi olacaktı. Peki, ama hiç merak ettiniz mi dünya üzerindeki elli iki adet boğaz ve ondan fazla kanalın hangisinde böyle bir şart var? Mesela bildiğim kadarı ile Almanya-Kiel kanalı sadece Almanya ile barış içindeki devletlerin geçişine açık.

Türkiye kazanacak

Kısacası dönemin şartlarında Lozan’ın Boğazlar Sözleşmesi’nden daha iyi olan ve Lozan’a karşı bir zafer olan, Boğazlar’da bize söz hakkı veren Montrö’nün bazı hükümleri de zamanla geçerliliğini yitirmiş ve yenilenme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Zamanında kendi menfaatleri için bu antlaşmaları güncellemeyi teklif eden devletler, bugün bu antlaşmaların değişmemesi, Türkiye’nin daha fazla hakka sahip olacağı, bunun da kendi çıkarlarına ters düşeceği gerekçesiyle istemiyorlar… İşte şimdi bu kadar tantananın sebebi bu Kanal İstanbul yapılacak, Montrö buna göre güncellenecek ve bu güne kadar boğazlardan neredeyse bedava geçen bu gemiler Türkiye’ye para ödemek zorunda kalacak. Türkiye ekonomik olarak kazanırken, egemenlik hakları da perçinlenecek.