Türkiye’nin Avrupa Birliği ile iyi ilişkiler geliştirmesi, Kıbrıs ve Yunanistan’dan geçer”, düşüncesi üzerinden Kıbrıs sorununa çözüm arama girişimi artık modası geçmiş bir tabirdir. Rum ve Yunan tarafının, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da jeopolitik dönüşümlerin yaşandığı bir ortamda hâlen bu teze tutunmasını anlamak, oldukça güç bir durum.

Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis, Türkiye’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni tanımaması halinde Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği güncellemesini veto edeceğini söylüyor. Anastasiadis’in, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel’in Ankara ziyaretinden ziyadesiyle rahatsızlık duyduğu çok açık.

Zira Anastasiadis şimdiye kadar, Türkiye ile Avrupa Birliği’ni karşı karşıya getirmek için var gücüyle çalıştı. Tüm politikasını ve stratejisini, Türkiye-Avrupa Birliği çatışmasına bina eden Anastasiadis, bu nedenle Türkiye ile Birlik arasındaki ilişkilerin iyileşmesinden rahatsızlık duyuyor.

Şüphesiz Rum lider, iyi bir hatip ve demogog. Bilhassa bu yeteneğini Avrupa kamuoyunun desteğini kazanmak için tüm gücüyle kullanıyor. Kamuoyunun vicdanına ve aklına hitap edecek, iş birliği, barış, dostane ilişkiler, demokrasi, hukukun üstünlüğü, bölgesel istikrar ve refah gibi sihirli sözcükleri sarf etmesini çok iyi biliyor. Açıkçası avukatlık olan mesleğinin hakkını veriyor.

Anastasiadis her ne kadar kullandığı retoriği, Batı kamuoyunu ikna edebilecek motiflerle zenginleştirmeye çalışsa da aklıselim olan herkes, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta sürdürülebilir barışın Türkiye’ye karşı barışçı bir siyaset izlemekten geçtiğini görüyor.

Ayrıca Anastasiadis’in kapalı kapılar ardında yürüttüğü politikayla, kamuoyu önünde icra ettiği sözler arasındaki tutarsızlık ve çelişki, AB makamları tarafından da gözlemleniyor. Rum liderin Avrupalı ortaklarını sürekli veto yetkisiyle tehdit etmesi, AB’nin istikrarını ve güvenliğini tehlikeye atması ve de AB’nin geleceğini Kıbrıs ipoteğiyle bağlaması, AB’nin küresel önceliklerini ve gücünü sınırlayan bencil bir yaklaşımdır.

Kaldı ki son zamanlarda Anastasiadis’in, “Kıbrıs Rumları ile Türklerinin çıkarlarını korumaya çalışan bir lider” profili çizmeye çalıştığı görülüyor. Yine burada retorik bir kurnazlığa soyunarak, “Türkiye’nin değil Türklerin ve Rumların çıkarları” için çalıştığını ifade ediyor.

Öncelikle Anastasiadis, sadece ada Rumlarını temsil ettiğini unutmamalı! İkincisi, bu ifadeyle bile Kıbrıs Türklerinin iradelerini ve egemenlik haklarını gasp etmeye çalıştığını öğrenmeli. Üçüncüsü, Kıbrıs Türklerinin milli iradelerini temsil eden seçilmiş yasal ve meşru makamlarının varlığını görmezden gelme, tanımama veya aşağılama tavrını terk etmeli. Son olarak dördüncüsü ise Türkiye ile Kıbrıs Türklerini karşı karşıya getirme, onları bir anlaşmazlık içerisine sürükleme niyetini bırakmalı.

Sayın Anastasiadis şayet demokratik barışsever bir liderse, çatışma yerine iş birliğini savunuyorsa o halde üç konuda adım atarak bu iyi niyetini göstersin. Savunduğu siyasi eşitlik tezinden hareketle, Kıbrıs Türklerinin denizler üzerindeki egemenlik haklarını tanısın, Yeşil Hat Tüzüğü’ndeki eşitsizlikleri ortadan kaldırsın ve Kıbrıs’ın tamamında yetkili tek otorite olduğu iddiasından vazgeçsin.

Sayın Anastasiadis, madem Kıbrıs Türklerinin çıkarlarını savunduğunu öne sürüyorsun, o halde onların gasp edilen egemenlik haklarını iade ederek işe başlayabilirsin. Zira bir milletin egemenliğinden ve bağımsızlığından daha üstün bir çıkarı yoktur!