Nasreddin Hoca bugün bazen takvim yapraklarında, bazen de laf arasında gündeme gelen silinmiş şahsiyetlerden biri. Seküler havayı içimize teneffüs ettikçe aslımızı unutuyoruz. Unuttuklarımız, artık önemsemediklerimizden birisi de Nasreddin Hoca. Nasreddin Hoca dendiğinde akla fıkraları gelir. Ancak fıkralara gülüp geçilir, kimse fıkranın ardındaki mananın peşine düşmez. Mana arayışı kadim zamanlarda kaldı, bugün maddeyle yetiniyor, yetindiğimizi zannettiğimiz için antidepresan kullanımının gün geçtikçe arttığına şahit oluyoruz.

Nasreddin Hoca’nın hayatı hakkında elimizde çok fazla bilgi yok. Bildiklerimiz de meramımızı anlatmaya yetiyor. Hoca Hortu’da yaşarken Akşehir’e göç ediyor. Göç etmesinin nedeni olarak Şeyh Mahmud Hayrani’ye yakın olmak istemesi gösteriliyor. Nasreddin Hoca, Şeyh Mahmud Hayrani’ye intisap eden bir derviş. Rufai dervişi. Mevlevi ve Bektaşi olduğuna dair rivayetler, iddialar da bulunmakta. Ancak biz Mahmud Hayrani Efendi’den dolayı Rufai olduğunu kabul ediyoruz. Saltukname’de Sarı Saltuk Hazretleri, Nasreddin Hoca için “Bu kişi için ermiştir derler” ifadesini kullanır. Hakkında müstehcen fıkralar da uydurulan Nasreddin Hoca, esasında gerçekten de bir velidir. Ehlullahtandır. Cumhuriyet Türkiye’sinde İslam’dan uzaklaşılıp Batı’ya yaklaşıldığı için tarihi şahsiyetlerin İslami yönleri hafızalardan, zihinlerden, kitaplardan çıkarıldı, yerine Batılılaşmaya tehdit olmayacak, seküler, içi boş kavramlar, bilgiler dolduruldu. Nasreddin Hoca’nın fıkralarının bir zahiri yönü vardır, ki esprisi tespit edilir ve gülünüp geçilir; bir de batıni yönü vardır, hakikate dair bir manaya işaret eder, tefekkür edilir.(Hz. Mevlana’nın torunlarından Seyyid Burhaneddin Çelebi, Hoca Nasreddin Latifesiyle Burhaniye Tercümesi adında buna dair bir eser kaleme almıştır.) Örnek verelim:

Herkesin bildiği fıkradır: Nasreddin Hoca eşeğe ters biner. Burada anlatılmak istenen farkında olmadan yapılan bir sakarlık değildir. Nefsin isteklerine uyma, nefsin isteklerinin zıddını yapmak gerektiğidir. Çünkü, nefis ruhun bineğidir.

Nasreddin Hoca kadılık yaparken bir gün iki adam gelir. Birbirlerinden şikâyetçidirler. Biri şikâyetini anlatır, Hoca ona döner “Sen haklısın” der. Sonra öbürü anlatır, Hoca bu kez ona döner ve “Sen haklısın” der. Adamlar kızarlar, giderler. Karısı şaşkınlıkla “Hoca, ikisine de haklısın dedin, bu nasıl iş? Hem davacı hem davalı haklı olur mu?” deyince, Nasreddin Hoca “Valla hanım sen de haklısın” der. Lütfi Filiz Efendi, Noktanın Sonsuzluğu adlı muhteşem başyapıtında bu durumu şöyle izah eder: “Bu fıkra, ehl-i tevhidin olaylara bakış açısını göstermesi bakımından çok güzel bir örnektir. Tevhit açısından her şey Hakk olduğu ve alt âlemlere, yani dünya hayatına hitap eden bazı şeriat kuralları bu mertebede geçerliliğini yitirdiği halde, “Hakk geldi batıl yok oldu” <17-81> âyeti bize bunu anlatmaktadır. Dünyada yaşandığı için, bu kurallara direkt olarak karşı çıkmamak gerekir. İrfaniyet de bunu gerektirir.”

İslam, tefekkürü emreder. Benim amacım, hatırlatmak. Duam odur ki bundan sonra Nasreddin Hoca fıkrası okuduğunuzda tefekkür edersiniz ve kendinize yarayacak manaya ulaşırsınız. İlim de nasiptir. Allah nasibimizi bereketli kılsın inşallah.