Dijitalizim, hayatımızın hemen her alanında kendine yer bulan bir kavram. Aile hayatının, iş hayatının, eğitim hayatının ve dahi tüm yaşam alanlarının etkileyicisi, yönlendiricisi bir kavram dijital mecra.

Son yirmi yılda internetin girmediği hane kalmadı. Artık her evde birkaç tane en akıllısından telefon, en dijitalinden televizyon bulunmaktadır. Belki de bu teknolojik aygıtlar, işin somut ve araç kısmıdır. Asıl, hayatı ve insanları etkileyen, bu araçlarla kapısından içeri adım atılan sosyal medya kanallarıdır.

Efendim, eskiden aynı apartmanda oturan komşuların birbirinden habersiz olduklarından dem vurulur, bir apartmanda farklı dünyaların birbirinden habersiz yaşadıkları ifade edilirdi. Gelinen noktada apartmanda oturan komşular zaten fersah fersah uzak âlemlerde kendi sanal dünyasında yaşam sürmektedir.

 Ya hanelerin içi ne durumda? Hanelerin içi artık eskiden olduğu gibi bir olmanın, paylaşmanın, beraber gülüp beraber hüzünlenmenin mekânları değil maalesef. Ailenin her bir ferdinin elinde dijital bir kelepçe ve her kelepçenin anahtarını elinde bulunduran küresel tüketim baronları yer almaktadır.

Facebook, Instagram, Twitter, Snapchat gibi sosyal medya mecraları artık her bir bireyin yaşamını sürdürdüğü farklı dünyalar durumunda. Peki, bu dijital dalganın önünde Donkişotluk yapacak kişi, kuruluş ya da ülke var mı?

Cevap elbette ve çok kesin olarak “yok” olmaktadır. Uluslar kendi varlıklarını küreselleşme karşısında korumanın cılız çabalarını vermekte. Milletler kendi milli ve dini değerlerini bu hengâmede diri ve dinç tutmak derdinde.

Klasik üretim ve eğitim yöntemleri dijitalizim karşısında havlu atmak üzere.

Gençlerin karakter ve değerler eğitimi bu küresel ve kontrol edilemeyen dijital ortamda nasıl yapılacak sorusu derdi olan herkesin zihinlerinde kocaman bir soru işareti.

Aslında çözümü yine problemin kendi yöntemlerinde aramak durumundayız. Yani “düşmanın silahı ile silahlanmak” mücadele yönteminin mihengini oluşturmaktadır.

Artık gençlerin camilere gelip hocanın kıssalarından ilham almasını beklemek yetersiz, televizyon programlarında hoca efendilerin herkesçe bilinmeyen literatür eşliğinde nasihat etmesi ve gençlerin bundan cezbeye gelmesini beklemek saflık olur.

Büyüklerimiz bizlere kitap tavsiye ederken bir ilmihal, bir tefsir kitabı, bir hadis kitabı, sahabe efendilerimizin hayatlarını anlatan kitapları ilk sıralarda önerirlerdi. Bu kitapların etkisi kaybolmadı fakat gençler ve genel anlamda insanımızın yapısı değişti.

Gençlere, gençlerin ilgi duyacakları mecralardan seslenmek durumundayız. Mesela, değerleriyle donanmış birkaç Youtuber yetiştirmek zorundayız. Dizilerde oynayacak onlarca aktör ve aktris yetiştirmek zorundayız. Popüler edebiyatın içinde olan onlarca yazar yetiştirmek zorundayız. Fenomenlere ihtiyacımız var sosyal elemde.

İyi de bunlar nasıl olacak? Bunlar millet adına yetki ve etki kullanan kurumların kafa yormasıyla olacak. Bir genç yazar kitap çıkarıyor, genç ve heyecanlı kişiler bizi anlatan içerik üretiyor Kültür Bakanlığının, belediyelerin, STK’lerin haberi yok, olsa da talepleri kişisel talep olarak algılayıp burun kıvırıyorlar.

Destek istendiğinde ise mağrur bir edayla akıl vermenin dışında bir şey yapılmıyor.

Sonra da “Eğitim ve kültürde başarısız olduk” sözünü bu ülkede birçok alanda destan yazan Cumhurbaşkanımıza itiraf etmek zorunda bırakıyorlar.

Ve bizim tarihimizi anlatan dizilerde başka mahallenin insanlarına milyonlarca TL ödeyerek rol veriyorlar.

İşin özeti kendi insanınızı yetiştirmekten ve çağın gereği gibi mücadele etmekten başka yol bulunmamaktadır.