Şair ve yazarların kalemlerinin gücü tarih boyunca hep gündemde olmuştur. Aslına bakarsanız bu biraz da sözün gücüdür. Sözün gücünün medyadan önce dördüncü kuvvet olarak da tanımlanabilmesi mümkündür.  Bu noktada en büyük söz ustalarının şairler olduğunu düşünüyorum. Şairin sözü bugünün atmosferinde yer edinmişken yüzyıllar sonrasına da ışık tutmuştur. Savaşları, aşkları, kriz dönemlerini ve tarihsel kırılmaları şiirlerin ruhsal tavırlarından öğreniyoruz.

Terör organizasyonu sıfatıyla kendini ispatlayan İsrail’in Kadir Gecesi öncesi Mescid-i Aksa’da yapmış olduğu alçaklığın üzerine Kudüs üzerine yazılan şiirleri düşündüm. M. Akif İnan, Nuri Pakdil ve Nizar Kabbani Mescid-i Aksa ve Kudüs üzerine öyle etkili şiirler yazmışlardır ki o coğrafyanın insanına ve tüm Müslümanların kalbine işlemiştir.

Saymış olduğum ve sayamadığım şairlerin çoğunluğu Kudüs’teki zulmü görmeden yazmıştır. İnanılması zor değil mi? Orada yaşamış olsalardı ve şiirlerini o şekilde yazmış olsalardı belki bu kadar etkili şiirler tarihte yer bulamayacaktı. Konuyla ilgili ilk aklıma gelen hadise İstiklâl Şairi Mehmet Âkif Ersoy’un Çanakkale Şehitlerine şiirini Çanakkale’de bulunmadan yazmış olmasıdır. Biz Âkif’in hangi hâl diliyle Çanakkale’de bulunduğunu bilmiyoruz. Fiili olarak olmadığını biliyoruz sadece. Edebiyatı iyi bilen bir şaire yaratıcının ilhamı da eklenince yazdığı yerde bulunmasının bir önemi kalır mı?

“Ne büyüksün ki  kanın kurtarıyor Tevhid'i..

Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi..”

Bu dizelerin yazılımında etkili olan kuvvet nedir? Bunu açıklamamız şüphesiz iki satır yazının içerisine sığmayacak. Fakat bu şiiri okuyanların aldığı kuvveti ve etkiyi tahmin bile edemeyiz. Kendimiz için arzu ettiğimiz şeyi kardeşimiz için de isteme hâli bu dizelerin altında gizli olabilir.

Bizler özgür Filistin’in, özgür Kudüs’ün ve özgür Mescid-i Aksa’nın hayallerini kurarken söylenecek sözlerin bitmediğini, intifadanın ve mücadelenin sözün gücüyle de anlam kazandığını unutmayalım. Mehmet Âkif’in Çanakkale’de yaptığını Âkif  İnan ve Nuri Pakdil’in Kudüs için yapmaya çalıştığını bir kez daha hatırlayalım.

Bir coğrafyaya gitmek ancak o zaman söz söyleyeceğimiz anlamına gelmez. Gidememek ve gurbette olma hali sözün aşk seviyesini daha yükseklere çekecektir. Necip Fazıl Kısakürek Sakarya Türküsü ’nü yazarken şiirdeki kahramanlarla bizzat yaşamış mıdır? Nazım Hikmet Ran Kuvayi Milliye Destanı’nı yazarken Yörük Efe ile aynı safta mı savaşmıştır? Yalnızca aynı duyguya varmışlardır diyebiliriz.

Nazım Hikmet’in komünist olarak ülkesinden sürgün edildikten sonra Romanya’da bir Kadir Gecesi camiye gitmesi aslında onun ne kadar dindar olduğunu anlatmıyor bana. Ülkesinden kilometrelerce uzaklıkta vatan toprağının kokusunu okunan Mevlid-i Şerif’te aramasıdır hikayede saklı olan.

Dün anneler günüydü. Nuri Pakdil 1972’nin Ocak ayında Kudüs’ü görmeden şu dizeleri yazmıştı. O dizeler bizim için diriliş sembolü oldu. Dün gazetemizin manşetini besledi bugün de ölmüş damarlarımıza can suyu oldu.

“Gel
Anne ol

Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar

Adam baba olunca
İçinde bir Kudüs canlanır

Yürü kardeşim
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin”

Şimdi Kudüs için yeni şiirler okuyup yeni sözler söylemenin günü değilse ne zaman? Edebiyatı sinemayla, tiyatroyla ve müzikle buluşturup Kudüs’ü görmeden yaptığımız sanat eserlerini başka bir dille ve küresel ölçekte sunmak sanatçının intifadada attığı taştır.