Bugün namaz konusunu işlerken aklımıza Mescid-i Aksa ve Kudüs geldi. Zira namaz, oradan başlayan Miraç mucizesinde farz kılınmıştı. Şu anda ateşler içerisinde olan “etrafı mübarek kılınan o kutsal mekânların”, zalimlerin elinden kurtuluşunu lütfeylesin Rabbimiz.

Kişinin iman ve İslâm hayatında en büyük yeri olan ibadet, şüphesiz ki Namazdır. Onu ikame eden kazanır, terk eden ise kaybeder ve pişmanlıkla kavrulur. Bu hakikat daha Kur’an-ı Kerim’in ilk başlarında şöyle dile getirilir:

Rahmân ve Rahîm (olan) Allah’ın adıyla. “Elif lâm mîm. İşte bu kitap (Kur’an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar ğayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.” (2 Bakara 1-5)

Evet, önce iman, ardından hemen namaz. “Namaz sevgisi cennettir.” Bu aynı zamanda bir slogan olabilir. Akıllarda kalır. Çocuklara öğretmelidir.

NAMAZ KILMAYAN KİŞİ

Namaz kılmayan kişi için  “bitkisel bir hayatta” diyen İmam Gazali Hazretleri’nin ifadesi, gerçekten çok dikkat çekicidir. Çünkü namaz hayattır, candır, kandır, sevgidir, aşktır ve ebedi kurtuluştur.

O, Allah'ı anmanın ve unutmamanın en büyük göstergesidir. Onunla olan Allah (cc) ile beraber olur. Ya onunla olmayanın hali ne olur?

O halde çocuklarımıza Namazı sevdirelim. Aile efradımıza kıldıralım. Biz de ona sebatla devam edelim. İşte bunun apaçık emri:

“Aile fertlerine namazı emret, kendin de sebatla namaza devam et! Biz senden rızık istemiyoruz; asıl biz seni rızıklandırıyoruz. En güzel sonuç, günahlardan sakınanların olacaktır.” (20 Tâhâ 132)

Bu gerçekler ışığında mü’min kimselerin Namaz ibadetine çok önem vermeleri, kılmayanları uyarmaları gerekir. Tabii ki bu her kulun görevidir. Âlim kimseler ise bu hususta çok daha çaba sarf etmeli, talebeler yetiştirmeli ve insanları nasihatleriyle uyarmalıdır.

Günümüzde ne yazık ki beş vakit namazını kılan insanların pek azlığı dikkat çekmektedir. Bu ise gerçekten kendileri, aile efradı ve toplum için yıkımdır.

Acaba Rabbimizin huzuruna varınca ne cevap verilebilir ki? Namaz para istemez, masrafı yoktur, zor değildir. Ayrıca, bambaşka bir huzuru vardır. İnsan bundan ve manevi kazancından kendini nasıl mahrum eder ki? Allah (cc), kılmayan kardeşlerimizin içine onun sevgisini versin. Çünkü; Namaz sevgisi cennettir.

Özellikle genç kardeşlerim! Bu delikanlı çağınızda mutlaka Namazınızı kılın ve arkadaşlarınıza da onun tebliğini yapın ki kalpleriniz nurla dolsun.

İNSAN İBADETLİ OLMALI

İnsan, yaratılış açısından en kıymetli mahlûk olarak çıkar karşımıza. Özünde saklı olan hakikatler manzumesi onu anlamlı kılmış ve ebediyet çizgisine yönelişte kendisine rehber olmuştur. Yüce Yaratıcı onun programına bu manayı yüklemiş ve kendisine de bu konuda seçim hakkı vermiştir.

O halde insan, yaratılıştan kendisine bahşedilen böylesine eşsiz bir programın hayata geçirilmesinde gayret göstermelidir. Zira bu manâ, fıtrat dediğimiz temizlik, iyilik, hayır yani Allah’a kulluk içerisinde değerlendirilecek bütün kuralları kapsar. İnsan zaten bunun için yaratılmıştır. Ebediyete uzanan hayat çizgisinde ancak bu manâ ile diriliş ve hayat bulacaktır. Aksi halde insan yanlış yapar.

Aslında insanı bu dünyaya gönderiliş yönüyle değerlendirirken; dünyayı onun, âhiret dediğimiz o sonsuz hayatın cennet denilen ebedi saadet ve mükâfatlar hazinesine kavuşabilme basamağı, olgunluğu ve kendisini yaratan Yüce Allah’ı görebilme kabiliyetine ulaşması şeklinde düşünmelidir. İşte insanı diğer mahlûkat ve hayvanattan ayıran gerçek de budur. Zira cennet, bir büyük makamdır ki, onu ancak çalışanlar elde edebilir. Hele Allah’ın Cemalini seyretmek ise, ondan onlarca defa yüksek bir makam ve mevkidir ki ancak o kemal ve kabiliyete ulaşanlar görebilir. İşte ârif kişilerin her fırsatta dile getirmeye çalıştıkları nüve de budur.

Hayatında bu nüveyi bulup, içeriğindeki müthiş plan ve programları keşfederek, Allah’a giden yolda başarıya ulaşan kullar, yaratılışın sırrına mazhar olurlar. İşte  “bilenlerle bilmeyenler”in konumu da burada ortaya çıkar.

KUR’AN VE SÜNNETE UYMAK

O halde bütün bu manâları kul nereden alıp hayata geçirecek? Tabii ki bizleri yoktan var eden Allah’ın (cc) bizim için gönderdiği Kur’an ve onu hayata geçirerek insanlığa örnek olması için tayin buyurduğu Hz. Peygamber Efendimiz’in (sav)  sünnetinden… İnsanlığın bunun dışında anlatmaya çalıştığımız o yüksek hedefe doğru yolculuk yapması ve ulaşması asla mümkün değildir.

Kur’an ve onun canlı örneği Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz’in (sav)  eşsiz rehberliğinde yol alan kullar, bu şerefli ve büyük saadete ulaşmışlardır. Bize düşen şey de, gösterilen bu nûr ve ışık dolu caddede yolculuğumuza devam etmek ve sonsuz mutluluğa nail olmaktır.

BÜYÜKLÜK TASLAYANLARIN ÂKIBETİ

Bunun dışında yolculuk isteyenler, yani O’nun rehberliğini kendisine çok görenler, bir gün kendilerinin çok görüldüğünü, cennetin kendilerini asla içine almayacağını da görmüş olacaklardır. İnsanlığın bu manâyı kavraması, kendisinin lehine olan en kazançlı davranıştır.

Yüce Allah bu konuda şöyle buyurur:

“Bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar, aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.” (40 Mü’min 60.)

İnsan, ufku olan bir mahlûktur. “Biz insanı en güzel biçimde yarattık,” (95 Tin 4) manâsı da bu gerçeği haykırır bize. Ama önemli olan, insanın gözlerini ufkuna dikmesidir. Ona gözlerini kapayan kimse, karanlıklarda kalmış ama yolunu bitirdiğini zanneden kişi gibidir. O sadece dünyasını hayvanî zevklerine alet edinen bir haldedir. Onun dünyası da bundan ibarettir.

Hâlbuki dünya bir alettir/vasıtadır. O asla hedef değildir. Kişinin dünyayı gaye edinmesi, ufkunu karartması ve kendisini inkâr etmesi demektir. Allah’ın yolundan başkasını yol edinenlerin tamamı bu çerçeve içerisine girer.

Âyet-i kerîme ve hadîs-i şeriflere baktığımız zaman ise dünyanın, âhireti kazanmamızın bir sebebi, bir mekânı yani âhirete götüren bir aracı olduğu görülür. İşte Müslüman’ın bakış açısı budur ve bu olmalıdır. Hayatında bu bakış açısını unutmayanlar, daha önceki satırlarda dile getirmeye çalıştığımız o eşsizliğe de ulaşmış olacaklardır. “Dünya âhiretin tarlasıdır,” hadisi şerifi de, zaten bunun özlü bir ifadesi değil midir?

EN SEVGİLİ ALLAH (CC)

Sevilmeye lâyık olan Allah’tan başka kim olabilir ki?

İnsanı arzu edilen eşsiz noktaya ulaştıracak hakikat nedir?

Belki de kişinin kendisine sorması gereken en önemli soru budur.

Evet, bunun tek cevabı îmandır. İman hakikati olmadan büyük ve kıymetli sonuca ulaşılamaz.

Zaten insana düşen ilk görev de budur. Biliriz ki bir güzel eser görürüz, hemen müessirini sorarız. O halde bu kâinatın ve onun içindeki en kıymetli varlığın da bir müessiri vardır. O da, yüceler yücesi Allah’tır.

İnsanın O'nu bulması ne güzel! Bu manada Hz. İbrahim’in (as) daha çocukken yaşadığı gerçekler bizim için ne kadar önemlidir.

Evet; arayış, buluş ve teslim oluş. O'na sevgi, muhabbet ve bağlılık…

İşte bu, sevgilerin en yücesi, en eşsizi, en değerlisidir. O'nu sevmek insana huzur ve mutluluk verir.

Çünkü O'dur bizi yoktan yaratan ve bizi biz yapan. Öyle ya; yerde sürünen bir sürüngen, ya da belki korkuyla baktığımız bir mahlûk da O'nun. Hangisi O'nun değil ki! Hangisinden dileseydi yaratmazdı ki bizi? İşte insan olmanın önemi ve kıymeti de böylesine bir tefekkürden geçer.

Hayatları boyunca bütün peygamberlerin ve onların gerçek tabîlerinin özünde bu sevgi yatar. O'na sevgi hiçbir şeyle izah edilemez. Ancak yaşanarak ortaya çıkar ama bunu gösteren birçok mânâ iklimleri de mevcuttur. Bunlar ancak Allah (cc) ile Allah'ı seven dostları arasında zuhur eder.

ALLAH SEVGİSİ NASIL BELLİ OLUR?

Kullarda Allah'ı sevmenin göstergesi ne olabilir? Sevgi acaba sadece dille ifade edilebilir mi?

Öyle ya toplumda o kadar çok insan var ki; "Ben Allah'ı severim, kalbim temiz, sen kalbime bak" der, durur. Ama ya icraat nasıl? Yaşayış yani uygulama nerede?

İşte burası çok mühimdir. Önemli olan sözle icraatın birbirini tutmasıdır.

Allah'ı sevdiğini söyleyen bir kimsenin, Allah'ın sevmediği bir şeyle meşgul olması ne ile izah edilebilir ki? Bu büyük bir tezattır. Hâlbuki Allah (cc) şöyle buyurur:

"O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Öyleyse Ona ibadette sabırlı ol. Hiç O'na benzeyen bir şey bilir misin?" (19 Meryem 65.)

O halde sevginin yerini bulması ancak onu Allah'a ait kılmakla mümkündür. Bu da O'nun sevgili Rasûlüne uymakla ortaya çıkacaktır. Tabii ki Allah sevgisi, başta o eşsiz elçisi olmak üzere, Allah'ı seven nice kulları da sevmeyi gerektirir.

İnsan ve sevgi diyecek olsak bu ve bunun içeriğini dolduracak manalar aklımıza gelmelidir.

Öyleyse buna yönelik güzelliklerle yaşamanın gayreti içerisinde olalım. En aziz ve en kıymetli dava da budur. Bu gerçeği çocuklarımıza da aktaralım. Onlar da bu mana ile yetişsinler ve varılabilecek en son noktaya varsınlar.