Serimize devam edelim:

Her uygarlık belli bir mizaca sahiptir. İslam medeniyeti, Allah ve Resûlü’nün (aleyhissalatü vesselâm) emirlerine göre hacim bulup, aklı ve kalbi muhteşem bir dengeyle cem’ etmiştir. Bu da aslında ilim ve sanata ehemmiyet vermekle olur. İslam medeniyeti bir ilim ve sanat medeniyetidir. Kur’an-ı Kerim’de yüzlerce kez ilim ve ilimden türeyen kelime geçer….

Binaenaleyh İslam medeniyeti, insanlık tarihine damga vurmuş, uzun müddet duraksamadan gelişerek İslam-dışı uygarlıklarla bilgi ve kültür alışverişinde bulunmuştur. Din ve fen ilimlerini çeşitli merhalelere ulaştırmış; kelam, tefsir, hadis, fıkıh, filoloji, tarih, matematik, fizik, astronomi gibi ilim dallarını olgunlaştırıp, sanat evrenine İslam anlayışına has yenilikler katarak cihanşümul bir düşünce nizamı tesis etmiştir. Hicaz’da filizlenip, Semerkand ve Buhara’dan Endülüs’e kadar dünyanın dört bir tarafına uzanan İslam medeniyeti; sayısız tefekkür ve ilim insanı yetiştirmiş, çeşitli tercüme faaliyetleriyle bütün ilim coğrafyalarına dokunmuştur. İslam tefekkürünün kuşatıcı etkisini gözlemlemek için yalnızca Batı dilleri ve Latince’ye çevrilen yüzlerce eseri dikkate almak dahi yeterlidir…

Ayrıca medeniyet teşekkülünde kurucu ve yayılmacı bir hamle olarak tanımlayabileceğimiz ilim meşgalesinin bu derece etkili olmasındaki ‘’ortak ilim dili’’ faktörünü de göz ardı edemeyiz. Arapçanın üstün imkân ve nitelikleri, alanında söz sahibi dilbilimcilerin kabul ettiği bir gerçektir. Barındırdığı ince mecazlar ve adeta hudutsuz ifade çeşitliliğiyle edebiyatın zirvesini temsil eden Arapça, İslam medeniyetinin doğuş ve ilerleyiş safhalarında büyük tesire sahiptir. Nitekim Arap olmayan milletlerden bile, Arapçanın tarihî seyrine ve bir araştırma alanı olarak Arap dilinin kökleşmesine katkıda bulunan âlimler yetişmiştir.

Burada kısa bir parantez açalım:

Arap topluluğu, İslamiyet ile tanışmadan evvel belagat ve fesahat hususlarında son derece ileriydi. Söz estetiği en önemli sanat, meziyet ve erdem addedilirdi. Kur’an-ı Kerim’in bir mucizesi de îcaz olmasıdır. Hiçbir şekilde, hiçbir sahada taklit edilemez. Sözü şan ve şeref bilip kelimelerle raks eden Arap dehası; İlâhî Kelâm’ın eşsiz kudret ve ihtişamıyla âciz kalmıştır…

Mesela dil devrimi kisvesiyle Müslüman Türkün lisanındaki Kur’an-ı Kerim tesirini kırmak da, ancak sömürgeci mahsulü modern cahiliye ahlakının yapabileceği bir deha, bir medeniyet katliamıdır. Güya çağdaşlaşma serüvenimizdeki bu cins ahbeslikleri doğru okumak, güncel medeniyet problemlerimizi çözmekte bize ışık tutacaktır.

Konumuza dönelim:

İslam medeniyetinin zuhurunda Ashab-ı Kiram’ın hakkını da teslim etmek gerekir. Zira sahabe, medeniyet dinamikleri olarak saydığımız tüm faktörleri büyük fedakârlık ve çabalarla modelleştirip insanlığın hizmetine sunmuştur. Onların vesilesiyle İslam tasavvuru müesseseleşmiştir. İslam akıl ve ahlakını nesilden nesile ulaştırmış, zamanın yeniliklerine Kur’an ve Sünnet’e uygun şekilde cevap vermişlerdir. Dinî ve fenni ilimlerin tatbikinde usûl ve ekolleri onlar tesis etmiş; İslam medeniyet hareketine yön verecek ilk talebeleri, Allah Resûlü’nden (aleyhissalatü vesselam) aldıkları feyiz ve ilimle onlar yetiştirmiştir. Yeryüzünün hemen her köşesine ayak basmışlar, İslam’ın yayılması ve doğru anlaşılması için ömürlerini vakfetmişlerdir.

Velhasıl…

Umran tasavvurunu etkileyen pek çok spesifik husus vardır. Biz daha çok İslamlık üzerinden yürümeye çalıştık. Zira İslam medeniyeti, mezkûr etkenleri kendine has nüanslarla tecrübe ederek arza yayılmıştır. Neticede medeniyet; politika, eğitim, ekonomi, hukuk ve sair âmillerin teorik ve fiilî mikyasta müesseseleşmesiyle oluşur. İslam medeniyeti, bu unsurları, diğer uygarlıklarda görülmeyen bir tarzla; önce ümmetleşip sonra devletleşerek kompleks bir kompozisyonda tatbik etmiş ve dünya tarihine iliklerine kadar sömürülecek bir medeniyet prototipi hediye etmiştir…