Kovid 19 Küresel salgınının kendini ciddi anlamda ilk kez hissettirdiği zamanlardı. Evde kal çağrılarına kulak kabartıyor ‘karantina’ kelimesini hayatımızın merkezine dahil ediyorduk. İşte o günlerden bir gün evde ekşi mayalı ekmek yaparken telefonum çaldı. Arayan çok sevdiğim abim Sinema Yazarı Suat Köçer idi. Kültür sanat camiasındaki birçok insana göre sesi daha canlı geliyordu.

Zaten onun yaşama olan sevinci ve yüksek enerjisi de bizlerin umutlarını yeşertiyor. Telefonda Suat abinin karantina sürecini son derece verimli geçirdiğini ve bir roman yazdığını öğrendim. Konuyu merak etsem de ser verip sır vermeyen tavrıyla eserin ruhunu bozmak istemedi.

Konuşmamızın üzerinden bir yıl geçti ve Suat abinin çalışması meyvesini vermişti. Hemen Suat Köçer’in Ketebe Yayınları’ndan çıkan Münferit Bir Olay kitabını sipariş ettim ve okudum.

Sanatın her dalını ayrı bir şekilde vurdu pandemi. Kültür sanat değeri üretiminde kısır bir süreç yaşıyoruz. Sanatçılar kazanmalı ki üretimlerindeki verim de daha iyi olsun. Tabi ki bu süreçte bazı dertli kültür insanları çıkıp üretime devam ediyorlar. Bu durum önümüzdeki sürece umutla bakmamız için can suyu oluyor. Suat Köçer de işte o can suyunu toprağa dökenlerden. Böyle bir dönemde verilen kıymetli eserler önümüzdeki yüz yıl yazın hayatımızın dönüşüm ve aksiyon almasında kilit rolü oynayacak.

Suat Köçer’in Münferit Bir Olay kitabı öncelikle akıcı ve yalın üslubuyla bir çırpıda bitireceğiniz cinsten. Kitap sizi girizgahlarla yoğurmadan içine dahil ediyor. Romandaki kahramanların oturdukları masaya bir sandalye de siz çekip oturuyorsunuz adeta. Romanın baş kahramanı birden siz oluveriyorsunuz, onun sorduğu soruları kendinize soruyorsunuz.

Roman, 1990’lı yıllardaki bir grup kartonpiyer işçisinin etrafında dönüyor. Umut, acı, göz yaşı, sevinç, aile… Bu kavramların her köşesi romanda eğip bükmeden veriliyor. En sevindiğim kısmı da duyguların bükülmemesi. Kitap, acıtasyon kokmayan ama acıları da konu edinen sahici sahnelerin etrafında akıyor. Bir inşaat işçisinin hikayesinde olmazsa olmaz unsurlar listesi yapılarak yazılmamış!

Suat Köçer’in sinemacı olmasının izlerini de romanda ciddi anlamda görüyoruz. Kitabı elimizde tutarken yavaşça gözümüzün önüne ‘beyaz perde’ iniyor ve sahneler akmaya başlıyor. Özellikle diyalogların akışındaki özen ve kurgu romanı sinematografik bir düzleme oturtmuş. Tüm bunlara bakarak sinema filmine ya da bir diziye rahatlıkla uyarlanabileceğini düşünüyorum. Son dönem sinemamızdaki hikaye kısırlığını da düşünürsek edebiyat-sinema ilişkisine ve birlikteliğine de çok ihtiyacımız bulunuyor.

Romanın baş kahramanı ‘Tahsilli’ Volkan ve ustası Hıdır’ın arasındaki ilişki benim baş köşemde duruyor. Bir ustanın yanına gidildiğinde yalnızca harçlık kazanmanın amaçlanmadığı, zanaat ve ahlak öğretiminin çok önemli yer tuttuğu yıllardı 90’lar. Romanda Yılmaz Erdoğan ile tanışıp oyuncu olmak için İstanbul’a gelen genç de başka bir inanma duygusunun tezahürü. Kitaptaki tüm karakterler sanki alt sokağımızda çalışıyorlar hissini almamız da yazarın ustalığından kaynaklanıyor.

Romanın müzikleri de enfes. Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Sezen Aksu… En çok Sezen Aksu. Sezen Aksu’nun 90’lardaki sesini fona yerleştirip öyle okuyun derim. Sızınıza derinlik katacaktır.

Romandaki olay münferit olabilir ama roman edebiyata ilgili herkese mal edilebilecek durumda. Eser, münferit değil ‘bizim’ için.