Türkiye- ABD ilişkileri, Johnson Mektubu (1964) günlerinden bu yana güven krizi içerisinde ilerlemeye çalışıyor. Aslında iki ülke arasındaki ilişkileri inişli ve çıkışlı bir rotaya sokan temel faktörlerden birisi de iki kutuplu sistemden kalma yapısal ve davranışsal mirastır.

Batı dünyasının lideri konumundaki ABD, iki kutuplu sistemin egemen olduğu Soğuk Savaş Dönemi boyunca katı bir blok siyaseti izledi. Bu yapıda önemli olan blok liderinin yani ABD’nin çıkarlarıydı. Blok içerisinde kalan Türkiye gibi ülkelerin bu dönem boyunca sert bir şekilde ABD ile çıkar çatışmasına girmesinin yüksek maliyetleri söz konusuydu. Bu yüzden bu tip ülkeler çoğu zaman kendi ulusal çıkarlarından fedakârlık yapmak zorunda kaldı.

Soğuk Savaşı Dönemi’nin sona ermesinin üzerinden yaklaşık 30 yıl geçti. Bu süre boyunca uluslararası sistem, çok kutuplu bir yapıya evrildi. Fakat ABD hükümetlerinin büyük çoğunluğunun dünya sorunlarına veya müttefikler arası sorunlara yaklaşımı, blok siyaseti doğrultusunda gerçekleşmeye devam ediyor.

NATO aracılığıyla bu siyaseti devam ettirme niyeti taşıyan ABD’ye göre, ittifak üyelerinin çıkarlarından önce NATO’nun çıkarları önceliklidir. ABD’nin, Soğuk Savaş’tan kalma bu tutumu, sadece Türkiye-ABD ilişkilerine zarar vermiyor, aynı zamanda NATO’nun iki önemli üyesi Fransa ile Almanya’yı da rahatsız ediyor.

ABD’nin son yıllarda Türkiye’ye yönelttiği en önemli suçlama, “Türkiye’nin NATO müttefiki gibi davranmadığı” şeklindedir. Bunun yanı sıra iki müttefik arasında tansiyonu yükselten başka konular da var. Mesela ABD nazarında Türkiye; Doğu Akdeniz, Ege, Kıbrıs, Libya, Karabağ ve Suriye meselelerinde haksızdır ve uluslararası hukuka aykırı hareket ediyor.

Şurası çok açık: ABD yukarıda adı geçen sorunların hiçbirinde Türkiye’nin tek başına karar almasını ve aldığı kararları uygulamasını istemiyor. Buna karşılık Türkiye ise kendi ulusal çıkarlarını rehber alan, bağımsız bir dış politika takip etmenin peşinde. Dolayısıyla Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla, ABD’nin bölgesel çıkarlarının çatıştığını söylemek mümkün.

Başka bir ifadeyle Ankara’nın öncelik verdiği konularla Beyaz Saray’ın öncelikleri arasında giderek farklılaşan tablo, iki ülkeyi söz konusu meselelerde iş birliği yapmaktan uzaklaştırıyor. Fakat iki ülkenin farklılaşan çıkarlarına rağmen birbirlerine duyduğu ihtiyaç da yabana atılır türden değil.

Ankara’dan bakıldığından temel problem, ABD’nin müttefikler arası sorunlarda tarafsız hakem rolünü yitirmesi. Başka bir eleştiri ise Washington’un Ortadoğu’ya sürekli İsrail penceresinden bakmayı tercih etmesi.

Fakat bölgesel ihtilaflardan çok daha önemli bir husus var: ABD’nin Türkiye’nin içişlerine sürekli müdahalede bulunmaya çalıştığı düşüncesi. Bu düşünce, güven krizinin tetikleyici ana unsurudur ve iki müttefikinin öncelikle bu sorunun üstesinden gelmesi gerekiyor.

Bu düşünce boş bir kuruntu değildir. Bu algının yerleşik bir düşünceye dönüşmesinde, Amerikan yönetimlerinin Türkiye’deki hükümetlere yönelik yapmış olduğu şaibeli, anti-demokratik açıklamalar ile siyaset dışı unsurla kurmaya çalıştığı ilişkiler etkili olmuştur.

Sonuç itibariyle Türkiye, Amerika’nın iki ülke arasındaki ilişkilerde uluslararası hukukun; mutlak eşitlik, içişlerine karışmama, egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı ve yıkıcı faaliyetlerden kaçınma gibi temel kurallarına uymamasından ciddi ölçüde rahatsızlık duyuyor.