Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla gerileyen Rusya-Afrika ilişkilerinin, Putin’in iktidarıyla yeniden tırmanışa geçtiği söylenebilir. Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Afrika’daki bağımsızlık hareketlerine destek vermiş ve özellikle sömürge idaresi altındaki ülkelere ve halklara Birleşmiş Milletler tarafından bağımsızlık hakkı tanınmasında etkin bir rol oynamıştı. Bu destek sayesinde Sovyet Rusya’nın Afrika’daki siyasi, ekonomik ve askeri ağırlığı giderek güçlenmiş; Moskova kısa zaman zarfında Afrika’nın en önemli silah, teçhizat ve donanım tedarikçisi konumuna yükselmişti.

Rusya günümüzde Afrika kıtasının tamamıyla Sovyetler Birliği’ne benzer bir şekilde yakından ilgileniyor. Silah endüstrisinden enerji kaynaklarına, altyapı hizmetlerinden kültürel bağlara kadar geniş bir sahada çok yönlü bir diplomasi yürütüyor. Afrika’nın büyüyen bir ekonomisi var. Bu yüzden tüm gelişmiş ülkelerin dikkati bu kıtanın üzerinde.

Burada dikkat çeken bir husus ise Rusya’nın Afrika’yla kurduğu ilişkilerde, Sovyetler Birliği dönemindeki gibi dost-düşman ayrımına dayalı bir siyaseti rehber edinmediği. Bu esnek siyaset sayesinde Rusya’nın Afrika’ya daha güçlü bir şekilde geri döndüğü görülebilir.

Rusya’nın bilhassa Afrika’nın kapı ülkeleri olan Mısır, Libya ve Cezayir’le özel bir ilişki kurma girişimi artık sır değil. Kuzey Afrika’nın bu kilit ülkeleriyle geliştirilen çok boyutlu bağlar, Rusya’nın hem Akdeniz’deki hem de Afrika’daki konumunu güçlendirmesi bakımından bir hayli önemli.

Çağımızda, esnekliğin dış politikadaki ehemmiyeti tartışılmaz. Putin Rusya’sı bu konuda emin adımlarla ilerliyor. Dış politikasını ideolojik bir düzlemden rasyonel bir modele taşımasında bu esnekliğin kayda değer bir payı söz konusu.

Mesela Mısır’la ilişkilerini yeniden düzenlerken çıkar eksenli bir tercihten taviz vermediği görülüyor. Rusya için önemli olan Ortadoğu, Akdeniz ve Afrika’nın kavşak ülkesi Mısır’da nüfuz sahibi olmak. Dolayısıyla Mısır’la ilişkilerin her yönden güçlendirilmesi, tarihi bir fırsat olarak nitelendiriliyor. Kremlin’in Kahire’yi “en önemli stratejik partner” olarak tanımlamasının bu noktadan ileri geldiği öne sürülebilir.

Tarihe bakıldığında Rus-Mısır ilişkilerinin Cumhurbaşkanı Nasır zamanında ileri düzeyde olduğu görülür. Fakat bu ilişkinin, Nasır’dan sonra iktidara gelen Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek dönemlerinde zayıfladığı biliniyor. Enver Sedat ile başlayan yeni dönemde Mısır’daki gücünü Amerika’ya kaptıran Rusya’nın, Sisi iktidarında bu kaybı telafi etmeye çabaladığı iddia edilebilir.

3 Temmuz 2013 tarihinde Mısır’da gerçekleşen askeri darbe sonrasında Abdulfettah Sisi’nin ilk yurt dışı ziyaretini Rusya’ya gerçekleştirmesi ve Sisi’nin Cumhurbaşkanlığı adaylığına Putin’in açık desteği, bu aşamada iki önemli gelişme olarak göze çarptı.

Rusya’nın Mısır darbesiyle ortaya çıkan koşullardan istifade etmek için başlıca üç çıkarı vardı. Birincisi, Sisi’ye meşruiyet sağlayarak karşılığında jeopolitik bir güç kazanması. Bu doğrultuda Moskova, Amerikan diplomasisinin Ortadoğu’da başarısızlığa uğramasından dolayı ortaya çıkan güç boşluğundan yararlanmayı planlıyordu. İkincisi, İhvan hareketine yapılan darbeyi meşrulaştırarak Kuzey Kafkasya ve Orta Asya’daki İslami hareketlere karşı kendisine “meşru bir hak” tesis ediyordu.

Üçüncüsü ise ülkesine büyük bir silah pazarı kazandırıyordu. Rusya’nın ürettiği gelişmiş silah sistemleri için Mısır ciddi bir fırsattı ve meşruiyet krizinin yaşandığı bir süreçte Sisi’nin Moskova’yla pazarlık yapma gücü söz konusu değildi.