İstanbul’u özlemiştim. Geçen hafta bir vesile ile üç günlüğüne İstanbul’da olduk. Tarih kokan, hayat bağışlayan o sokaklarda olmak çok güzeldi. Boğazda bir tur atma şansımız oldu. Haliç’i gördük, boğazda gezindik.

İstanbul yavaş yavaş ölüyor. Yollarda eski canlılık yok, belediye hizmetlerinin aksadığını net görebiliyorsunuz. Hele halicin bir zamanlar masmavi hale getirilmiş durumuna şahit olan biri olarak şimdi en eski günlerine doğru ( çamur deryası, kirlilik ve pisliğin kol gezdiği alan) hızla savrulması içimizi yakmaya yetti de arttı bile. Uçak inerken müsilajın kıyıları yavaş yavaş istila ettiğine şahit olduk. İçimiz burkuldu. Parkların çevresinin iyi şekilde temizlenmediğini görmek, devrilmiş bir ağacın dahi yerinden kaldırılmadığına şahit olmak, üstten devrilen bazı taşların öylece yol kenarına düşmüş olduğunu görmek acı verdi.

Taksisine bindiğim doğulu bir arkadaşın; - Abi Ak parti burada yapılacak hizmetlerin tamamını yapmıştı. Yeni başkana yapacak bir şey kalmamıştı. Keşke sadece kendisine teslim edileni koruyabilseydi, yok ama… Deyişi hala kulaklarımda çınlıyor.

“Temel atmama töreni” ile ileri biyolojik arıtma tesisini iptal etmek, İstanbul’un hem trafiğini (kara ve deniz) rahatlatacak hatta yeni gelir kapısı oluşturacak kanal İstanbul’a karşı çıkmak, hizmetleri engellemeye çalışmak, dikey çiçek bahçelerini yıkıp yerine betonu yeşile boyamak, deprem bütçesini kısmak, en hafif ifade ile İstanbul’a ihanet.

İstanbul yavaş yavaş ölüyor, Şehreminin umurunda değil. Dönemi bittiğinde bir enkaz bırakacak, yıllar önce bırakıldığı gibi. Nede olsa aldığı muazzam şehir ve tıkır tıkır işleyen yapı onu seçime kadar taşır diye düşünüyor. Ama şehri muzzama ölüyor, her nefeste yavaş yavaş. Hepimizin suçu var. Hepimiz bu pespayeliğin çanakçısı olduk.

Bırakalım Şehremin biraz daha boğsun bu şehri. Biraz daha gömsün, cenaze namazı hepimizin üzerine vacip. Ne isterse yapsın. Nasıl isterse yapsın. Kimsenin kızmaya hakkı yok. Darılmak gereksiz. Herkes kendine yakışanı yapıyor. En fazla gideceği yer seçim sandığına kadar. Belki son nefeste yeniden kurtarılır!

Yol boyu düşündüm lakin bir neden bulamadım, böyle muazzam bir şehre neden böylesi bir zulüm. Neden böylesi bir işkence? Haliç ölüyor. Boğaz ölüyor. İstanbul ölüyor. Haydi, müezzin oku bir sala, yanık namelerinle… İstanbul can çekişiyor. Yapabildiğimiz sadece seyretmek ve seçim sandığın beklemek…