Son derece konforlu olan, her ihtiyacı anında karşılanan, ısının, sesin, kokunun ve fiziksel diğer koşulların mükemmel olduğu anne karnından ayrılarak her ihtiyacını karşılamak için iletişim kurmak zorunda olduğu dünyaya gelen bebek elbette bir şok yaşamaktadır. Doğum sarsıntısı anne karnından ayrılan ve yaşama gözlerini açan her yavrunun yaşadığı bir süreçtir. Bu nedenle ilk travmamız doğumdur, yaşamdaki diğer bütün travmalar bunun türevidir der ünlü psikolog Otto Rank. Bu şokun sarsıntılarını azaltan, bebeğin travmalarını tedavi eden ve onun acılarını hafifleten varlık annedir. Anne ile bebeği arasındaki bu iletişim sürecine bağlanma adı verilmektedir. Eğer anne olmazsa bu süreç çocuğa bakım veren diğer kişilerle devam ettirilecektir.

Özellikle ilk iki yılda son derece önemli olan anne çocuk bağıyla ilişkili bir dizi araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalardan elde edilen genel bulgular annenin ilk iki yılda çocuk için kritik bir role sahip olduğunu, bu ilişkinin niteliğinin yaşam boyu bireyin psikolojik, sosyal ve zihinsel gelişiminde belirleyici bir katkı sağladığını ortaya koymaktadır. Öte yandan ilk iki yıldaki anne bebek ilişkisinde yaşanan aksaklıkların ileride yaşanabilecek olası bir dizi psikopatolojik durumun belirleyicisi olduğu ifade edilmektedir.

Anne ile çocuk arasındaki bağın kurulmasında, anne ile çocuğun fiziksel ve ontolojik yakınlığı oldukça önemlidir. Günümüzde kadının iş hayatında olması son derece kutsal bir görev olarak sunulurken evde çocuğuyla ilgilenmesi maalesef düşük bir şey gibi gösterilmektedir. Çalışan annelerin çocuklarıyla ilgili bir dizi yoğun kaygıları olduğu artık üstü örtülemez bir gerçektir. Ayrıca günümüzde bakıcılık kurumunun bu denli yoğun gelişmesi, annelerin doğumdan kısa bir süre sonra çocuklarını bakıcılara bırakarak iş yaşamlarına geri dönmeleri son derece tedirgin edici bir gelişmedir. Araştırmalarda çalışan annelerin annelik rollerine yönelik kaygılarının giderek yoğun biçimde arttığı gözlemlenmektedir. Bu çalışmalardan elde edilen sonuçlarda çalışan annelerin çocuklarına yeteri kadar vakit ayıramadıkları ve onların ihtiyaçlarını tam anlamıyla karşılayamadıklarına yönelik yoğun kaygılar yaşadığı saptanmıştır.

Bir çocuğu bakıcıya veya kreşe bırakmasına katkı sağlayacak politikalar yerine annesiyle beraber büyümesine katkı sağlayacak politikalar geliştirmeli ve mutlaka işinin ehli ve aile yapısı düzgün olan bürokratlar tarafından politikalar oluşturulmalıdır. Aile ve özellikle anne-çocuk ilişkisi ile ilgili geliştirilen bir politikanın yıkıcı etkisi belki 10 belki 20 yıl sonra ortaya çıkar ancak bir kez bu etki ortaya çıktığında geri döndürülmesi ve telafi edilmesi mümkün olmayan zararlara yol açar. Yasa yapıcılar anne ile çocuğu ayırmak için değil bir araya getirmek için politika üretmeli sadece çalışan kadına değil ev hanımı olan ve çocuğuyla ilgilenen kadına da değer verecek politikalar acilen üretmelidir. Çocuğunu yetiştirmeye adanmış bir ömrün bedelini kim ödeyebilir?