Artık şirazesinden çıkmış, akıl ve mantık silsilesini yitirmiş gibi görünen şu güya “ eşitlik” mücadelelerinin, her türü ve cinsi, yalanı ve hakikati, ahlaklıyı ve ahlaksızı, meşruyu ve gayr-ı meşruyu aralarında tanımlayıcı hiçbir fark bırakmaksızın,tehlikeli bir “aynılaştırma” noktasına ulaştığını görmek durumundayız…

Aksi halde etrafımızda var olan soyut ya da somut bütün farklılıkları inkâr eden bir “eşitlik” anlayışı -en başta bu anlayışı savunanlar olmak üzere- her kesi ve her şeyi kimliksiz ve tanımsız “bir noktaya sürükler…

Aklı ve iradesi olmayan nesnelerin “tüketim” altında eşitlenmesinin dahi çok vahim sonuçlarını idrak ederken, aklı ve iradesi olan insanın hem cinsiyet içi hem de cinsiyetler arası eşitlenmesi, ardı arkası kesilmeyecek bir kavganın fitilini ateşlemiştir…

Kadın ya da erkeğin biricik olma vasfını, bu vasıflarına savaş açarak genelleştiren bütün hareketler,her bir insan tekine yapılan büyük bir haksızlıktır…

Oysa “eşitlik” yerine “adalet”i koyarak her türü ya da cinsi olduğu gibi kabul etmenin ve bu çerçevede hakkını teslim etmenin, yaratılışın doğasına daha uygun olacağı ve kavgaları bitireceği aşikârdır…

Kavgaları tetikleyen şey kadın ya da erkek arasındaki doğal farklılık değildir; bunu reddedenlerin, erkelerin ya da kadınların kendi cinsiyetleri içerisindeki hiyerarşik kavgalarını da izah etmesi gerekir…

Kaldı ki “kadın ile erkeği eşitleme mücadelesi” verdiğini iddia eden feminist hareketler, kadına ait alanın surlarını çok daha kalın hale getirerek, erkeği kendi sahalarından tamamen tecrit etmek istiyorlar…

Peki, erkeği hedef tahtasındaki “düşman” konumuna oturtmuş bu uzlaşmaz hareketin, “cinsiyet eşitliği” safsatası, kadın ile erkeği hangi zeminde barıştırmayı hedefliyor…

Her canlının, canlı olması sebebiyle daha doğarken elde ettiği hakların gasp edilmesi cinsiyetin değil, güçle birlikte elde edilmek istenen çıkarların ya da iktidar olmanın sonucudur...

Tarih, gücünden istifade edilme noktasında çok daha elverişli görüldüğü için erkeklerin kadınlardan çok daha fazla ve daha ağır şartlarda köleleştirildiği gerçeğini göstererek, feministleri cevabı zor sorularla baş başa bırakıyor… 

Gücü elinde bulunduran erkeler gibi, güçlü kadınların da hemcinslerine eşit bakmadıklarını yine etrafına iyi bakan her göz çok rahat görecektir; buna feminist liderler de dâhildir…

Hareketin içinde yer alan her kadının nasıl “eşit”lendiğine bakarsak, karşımıza çıkan şeyin de bir tür eşitsizlik olduğu çok açık olarak görülecektir; en azından temsil açısından…

Gelir seviyesinin, ait olunan sosyal tabakanın, eğitim durumunun “hiçbir fark oluşturmadığı iddiası”nın sadece bir ütopya olarak kaldığı da başka bir hezeyana işaret ediyor…

Yaratılışın her parçası çatışmak ve uyumsuzluk üretmek için değil,bir birini tamamlamak için vardır…

Bu hakikat inkâr edilerek, insanların dar ya da geniş çerçevedeki izafi kabulleriyle oluşmuş hükümleri merkeze alanlar, ömürleri boyunca hiçbir sonuç alamayacakları bir “gölge yumruklama” komedisinin aktörü olarak kalacaklardır…

En büyük eşitsizlik, eşit olması imkânsızları “eşit”lemektir; hiç bitmeyecek kavga da, bunun kavgası olacaktır…

Çünkü sorun, bu politikanın hammaddesinin ne kadar aşağı oluşuyla ilgilidir…