Türkiye Türkiye’den büyüktür, sözüne inananlarla Türkiye bir toprak parçasıdır, diyenler arasındaki kavga… Sahi, aziz olanı el üstünde tutmak istiyor muyuz?

Duydum ki iktidarı değiştirmeye azm etmişsiniz!

Uğurlar ola! Hakkı, hakikati daha yiğitçe gözetecek var ise buyursun!

Yangınlar, kahpe fakları, oyunlar için emirler almışsınız. Ve hatta ne yaparsanız yapın gülümseyerek yapın! demiş buyurganlarınız. Önemli değil. Zira, Allah izin verirse olur, Allah izin vermezse olmaz, bilirim. Ha, izin vermişse de yine Hakkın bir bildiği vardır.

Duydum ki ormanları ateşe verenler, bir ülkeyi ateşe salanlar, giyim kuşamdan dindarlık ya da dinsizlik üretenler, bizim de yaşadığımız hayattır be kardeşim, diye tokluğa çalışıp şükredenlere, ahmak diyorlarmış. Desinler. Siz dediniz diye gökten kemik yağmayacak!

Uzak ülkelere gittim. Savaş görmüş insanlarla sohbet ettim. Onların boğazıma takılan ikramlarını içtim. Dinleyeni deli edecek dertlerini metanetle dinledim, üzülmesinler diye.

Siz, İtalya’da, 1945 yılında bir kolunu cephede bırakıp gelen askerin karısının başına neler geldiğini bilmiyorsunuz.

Siz, 1943 yılında üçyüzelli bin Gürcü’nün Almanlar tarafından cephede savaşırken öldürüldüğünde ailelerinin ne acılar çektiğini bilmiyorsunuz.

Talibanın yaktığı bir evde bulunmadınız.

Amerikan askerinin kocasını öldürdüğü Iraklı kadınla…

Belh’te bir kadınlar hapishanesinde, Alman askerini namusu için yaralayan kadının yanında durmadınız.

Maçanız sıkıştığında bu ülkede yaşanmaz diyor, daha sonra da bu ülke için olmadık sözler söylüyorsunuz. Acı olansa “İslamcı İktidar” sizlerin sesini daha çok dinliyor.

Kara kara düşünüyor. Bak işine kardeşim, ona buna yaranmak değil işin; Hakka, halka bak Allah rızası için!

Bu ülke zaten maçası sıkışınca kaçan ya da sürekli bir atlama tahtası olanlar tarafından inşa edilmedi!

Size bugün Yunus Emre’den bahsetmek istemiştim. Sporcu kızları sporundan ötesinde konuşan zaten ete bakmıştır; ne insana ne de spora bakmıştır, diyecektim.

Vazgeçtim.

Ormanlar değil yanan. Koskoca bir ülkeyi ateşe veriyorlar. Hızla biat etmek istiyorlar küreselcilere. Sonra da dönüp, biat kültürünü yaşayan şark insanı diyorlar size. Ki bilmiyorlar, sizin biat ettiklerinizden koskoca Halife Ömer, eğer yanlışım olursa beni bu kılıçla doğrultun, diye ünlemişti.

Bilmiyorlar, neden dünyanın en güzel isimli şehrinde, en güzel halifelerinden o muhteşem Ali’nin makamı olan şehirde fuhuş zirveye çıktı. Bilmiyorlar… Ya da biliyorlar ve gevurluklarından dünyanın, ülkemin bir kaos elinde yerle yeksan olmasını istiyorlar.

Can yangınıyla yazıyorum. Savaş görmüş topraklara gönderdi devletim beni. Ve savaşlardan geriye ne kaldığını gördüm. Ne elimdeki kumaş çıplakların üzerini kapattı, ne avucumdaki su yetimleri doyurdu, ne sözlerim şifa verdi dertlilere, yurtsuzlara, canlarının bir parçasını yitirenlere…

Benim muhteşem bir ülkem var. Adı Türkiye diye okunur, merhamet diye anlaşılır. Ve biliyorlar ki merhamet bu alçak dünyaya ait bir şey değil! Zira, alçalanlar kendinden üstün olanı görmek istemezler. Haset ederler. Bu hasete müsaade mi edeceksiniz? Yanınızda yörenizde, gelene ağam, gidene paşam diyenlerle yürürseniz; Manavgat da yanar, İstanbul da yanar, Ankara da yanar…

En çokta merhametimizden vururlar bizi! Ya hu Allah rızası için bir kere olsun “ sakin atın tekmesi pek olur!” sözünün hükmünü gösterin! Bir kere öleceğiz, der Latinler.

Bir kere öleceğiz, neden korkuyorsunuz? Kafirce, haince, zalimce, kurnazca ve en çokta münafıkça gelenlerin karşısına yiğitçe durun! Dik durmadığınızda haram yiyenlerin bulgur aşıyla ayrana talim edenleri marabadan daha kötü hale sevk edeceğini görmüyor musunuz?

Savaş görmüş yüzlere baktım. O insanların sözlerini dinledim. Allahtan, kitaptan, vatandan, milletten ve hatta insanlıklarından nasıl kopup gittiklerini, umutsuzluk cehenneminde, boş vermiş, yaşar gibi yaptıklarına tanık oldum… Olmaz olaydım!

Ülkemden uzaktayım. Ve biliyorum, ülkem kendisini düşünmekten ve onun için dertlenmekten başka yol vermiyor bana. Hatta şunu biliyorum, benim ülkemin adı Türkiye ama en az elli ülke gizli adının Türkiye olduğunu biliyor.

Türkiye’ye kıymayın efendiler!

Efendiler!

Yakana, yıkana, perdeleyip alana, yanınızda başka ardınızda başka olana o kadar vakit vermeyin efendiler!

Efendilere dedim… Tuzu kurulara demiyorum!

Efendi olmak için her şeyi mübah görenler bilin ki efendilik yapmayacaklar! Ekmeğimiz, aşımız, namusumuz, toprağımız, tarihimiz, emeğimiz… hiçbiri umurunda değil gevur uşaklarının. Yoksa yakarlar mıydı, vururlar mıydı, zulüm karşısında susup, semirmiş küfürbaz adamlarını kurtarmak için yakalarını paçalarını bu kadar yırtarlar mıydı?

Zeki, git saman gibi yazılar yaz! Hem politik yazılar zaten kahve konuşması gibi… Peki! Yazmayayım… Okuyan varsa eğer; ben savaş görmüş ülkeler gördüm. Öyle netfilx dizisinde falan değil. Fahişeleri, uyuşturucu satıcılarını, rüşvet alan hava kuvvetleri komutanlarını, korkak vilayet müdürlerini, beş parasız dernek başkanlarını, altı yetim çocuğuyla dimdik ayakta kalmış kadınları… Tarumar olmuş ülkelerin nasıl da zorba ülkelerin laboratuvarı olduğunu ve deneklerin kendisini insan zannettiğini gördüm. Allah rızası için deneklerin ve döneklerin sözlerine o kadar itibar etmeyin! İşinizi yapın!

Denek olmak istemiyorsanız, insan olanların, insan kalanların dilini öğrenmenizi hatırlatmak isterim.

Türkiye, Türkiye’den çok küçüktür, diyenleri ciddiye aldığınız ve yaptıklarını yaramazlık gibi gördüğünüz müddetçe biz o bulguru da ayranı da bulamayacağız. En kötüsü ise “onsekizbin aleme server olan Muhammed!” sözü bile arşivlerde kalacak…

SSCB dağılır. Baltık Denizinde bir filo öylece kala kalır… Askeri üste bir bekçi vardır. Yıllar sonra gazeteciler gelir. Bakarlar ki bir bekçi ve paslanmakta olan gemiler, denizaltılar. Bekçiye sorarlar: “Neden gitmedin?” Bekçinin garibine gider.

“Ben Sovyetim, buradayım ve hiçbir yere gitmiyorum!” der. Sahi, ben Türkiye’yim! Ben merhametim! Ben sınırlarını Allahın çizdiği bir coğrafyada ata binerim ve o coğrafya emindir, diyebilecek miyiz? Yoksa fonlananların, dijital saldırılarla, orman yangınlarıyla, sosyal medya siyasetçilerinin, aşağılık kompleksiyle başkalarına yaranan mahalle kaypaklarının peşine mi düşeceğiz?

Ormanları yakınca ülkenin düzenini eğiştireceğini zannedenler bilmeli ki; Türkiye yanarsa dünya yanar! Ha bu arada ormandaki canları o kadar küçük görüp yakıyorsunuz ya; alem yanarsa Hakkın aziz bilip can verdiği o diksürüngen teniniz de yanar. Ruhunuz olaydı zaten yakmazdınız!

Allah, hak ve hakikat üzere olanı, insana hürmet edeni düşürmez!

Hoca Ahmed Yesevi’den “Onsekiz min alem server bolgan Muhammed!” sözünü kalbe şifa diye bırakıyorum…