Minimal seviyede iktisat bilgisi olan ve biraz olsun içindeki insaf duygusunu yitirmemiş her entelektüel için Türkiye’nin makro-ekonomik gelişimi tartışma götürmez bir gerçek. Eylül ayında açıklanacak büyüme oranlarında rekor rakamlar bekleniyor.

Türkiye; modern harp stratejilerinin deney tahtası olan bir coğrafya. Finans-kapital hegemonyanın sömürü politikalarından bağımsız bir varlık iddiası bu topraklar için pek mümkün değil. Kan, gözyaşı ve ihanetin “demokrasi ve özgürlük’’ gibi manipülasyona açık ambalaj mefhumlar üzerinden hüküm sürdüğü ‘’stres’’li bir ülkede yaşıyoruz.

Sadece son yirmi yılda başımıza gelen felaketler dahi, bir devleti yıkmaya, tamamen yıkamasa da bölüp parçalamaya yetecek güçte. Bununla beraber savunma sanayii, teknolojik atılımlar, zirai faaliyetler vs. pek çok kulvarda global oligarşinin canını sıkacak aksiyonlara devam ediyoruz. Gerçi bunları pazarlamakta İBB Eş Genel Başkanı(!) kadar bile mahir değiliz, orası ayrı konu.

Fikirle, ateşle, virüsle yapılan saldırıların verdiği zararları ‘’makro düzeyde’’ hafifletebilmek için büyük çaba sarf ediyoruz. Nitekim muhalefet kılıklı hain sürülerinin rezil politika anlayışını da hesaba katarsak nispeten başarılı sayılırız.

Fakat maalesef yok sayılamayacak gerçeklerden de söz etmek durumundayız:

Yukarıda yazılanlar halkın ekseriyeti için hiçbir önem taşımıyor.

Mikro ölçüde hissedilmeyen tüm o süslü büyümeler, günün sonunda ‘’hayat pahalılığı’’ olarak karşımıza çıkıyor. Ekonomik açıdan Türkiye’nin çoğunluğu kapsayan ‘’orta sınıf’’ için dahi hayat şartları giderek zorlaşırken, yoksul kesimin yaşadığı buhran artık dayanılması güç bir hale geliyor.

Standart market harcamaları her hafta artıyor. Temel gıda ihtiyaçlarını karşılamak neredeyse lüks haline geldi. Okul, kırtasiye, şu, bu derken insanların eğitim hakkı dahi safi masraf olmaya başladı. Araba meselesi desek bambaşka bir boyutta. 10 lira etmeyecek külüstürler 60-70 liraya satılıyor. Devlet, zaten saçma bir fahişlikte olan ÖTV’lerde indirime gitse bile, araba kumpanyaları ve galericiler anlaşıp ‘’soygun’’ politikasını başarıyla sürdürüyor. Her mevzuda, her üründe vaziyet bu. Hatırlarsınız, kitaplardaki KDV de -belirli şart ve ölçülerde- kaldırılmıştı. Ne oldu? Yayıncılar kitapların fiyatını yükseltip bu rezil döngüyü devam ettirdiler. Kendisine bahşedilmiş nimeti fahiş fiyatın altında satmamak için elinde kalan mahsulleri çöpe atmaktan utanmayan “hal mafyası’’ için de keyifler tıkırında. Elektrik ve doğalgaz şirketleri canları ne zaman isterse zam yapıyor. Yılda bir canları istese anlayacağız ama on günde bir istediklerinde haliyle problem oluyor. Üstelik küçük değil, çok ciddi oranda zamlar yapılıyor. Giyim kuşam sektörü de bu trajedi pastasından kendi payını alıyor tabii. Üç kuruşluk tişörtleri 10 kuruştan satın almaya başladık.

Malum, her sene asgari ücret açıklanıyor. Ardından asgari ücretteki artıştan çok daha fazla tüketim zammı ile karşılaşıyoruz. Ve bu her sene artıyor. İnsanlar her sene 100 lira fazla kazanıyorsa, toplamda 200 lira fazla harcıyor.

Biraz karikatürize ederek anlatsam da mevzu aşağı yukarı böyle.

Giderek cemiyete yerleşmiş ahlaksızlığın da önüne geçilemeyince işler iyice çığrından çıkıyor.

Enflasyonun ‘’günden güne’’ artması, alım gücünün abes bir şekilde düşmesi makul değil.

Tamam, su ve yağ kuyruklarında ömür tüketmiş kıymetli büyüklerimiz bunu anlayabilir. Politik ideallerini mesul olduğu büyük dava ile başarıyla entegre etmiş, berekete inanan şuurlu gençlere de belki derdinizi anlatabilirsiniz. Fakat adım başı açılan üniversitelerde, kendilerini aydın zanneden çakma solcuların ‘’eğitimine’’ maruz kalan, hiçbir kutsalı olmayan, devlet ve millet fikri zannettiğinizden çok farklı olan genç kuşaklara kolay kolay anlatamazsınız.

Devlet ricalini, acil müdahaleye çağırıyoruz. Gerekirse büyük çaplı kanuni yaptırımlar uygulanmalı. Diktatörlüğün ne olduğunu bilmeyen gevezeler ne derse desin, serbest piyasaya ivedilikle ayar çekilmeli.