Allah (cc) ve Rasûlü’nü (sav) seven, emir ve nehiylerine yapışan, ihlâs ile bu yolda yürüyen kul, tabiî ki Rabbinin rahmetini umacak ve inşallah kazançlı çıkacaktır.

Rabbimizin müjdesi işte böyle: “Hakîkat Allah’ın kitabını okumaya devam edenler, namazı dosdoğru kılanlar, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve aşikâr infak edenler, kat’iyyen kesad bulmayacak bir kazanç umabilirler.” (Fâtır sûresi, ayet 29)

Muhakkak ki Allah’ın rahmeti sonsuzdur. Kâinattaki mahlûkatın birbirine olan muhabbeti bile, O’nun merhametinin eseri değil midir?

 Hadis-i Şerifte şöyle buyrulur: Ebu Hureyre Hazretleri demiştir ki:

“-Ben Rasulullah’ın; Allah Teâlâ rahmeti yüz cüz kıldı ve onun doksan dokuzunu nezdinde alıkoydu. Bir bölümünü yeryüzüne inzal etti. İşte o bir cüz, bütün halk arasında taksim olunur ve halk birbirlerine onunla merhamet ederler. Hatta fers (kısrak), yavrusuna isabet eder korkusuna binâen ayağını kaldırır. (O bir cüzden dolayı”) dediğini işittim.” (Sahih-i Buhari, cild: 4 Sh:202)

Allahu Zü’l-Celâl’in bu yüce merhametini, sonsuz rahmetini işitince kulun ümitlenmemesi mümkün müdür? Yeter ki insan, ihlâsla Rabbine bağlansın... Muhakkak ki O, kullarını yakmak için yaratmadı.

 MERHAMETLİ OLMAK

O’nun sevgili Rasûlü de çok merhametliydi.

“Cerir Hazretlerinin rivayeti veçhile; Rasûlullah (sav): “Merhamet etmeyen kimseye, merhamet olunmaz,” buyurdu.

Ebû Hureyre (ra) bu hadisin sebebi vürûdunu şöyle beyan eder:

-Rasûlullah (sav) Hz. Hasan’ı öptü. O anda huzurunda Akra’İbni Habis vardı. (Bu durumu görünce şöyle) dedi:

-Benim on çocuğum var, bir tanesini öpmedim. Rasûlullah (sav) O’nun yüzüne baktı ve:

“-Merhamet etmeyen kimseye, merhamet olunmaz,” buyurdu.

Üsame (ra) demiştir ki; Rasûlullah beni bir dizine ve Hz. Hasan’ı diğer dizine oturtur, bizi kucağına basar sonra da:

“-Ya Rabbi, ben bunlara merhamet ederim, sen de merhamet et” diye dua buyururdu. (Sahih-i Buharî, cild:4 Sh:202)

Başkasına merhamet etmeyen kimseye, başkasının merhamet etmediği gibi, Allah (c.c.)’ın kullarına ve diğer bütün mahlûkatına merhamet etmeyen kimseye de, Allah merhamet etmez. O halde Allah’ın rahmet, merhamet ve affından ümidli olabilmek için önce biz merhametli ve başkalarını affedici olmalıyız. İşte o zaman Allah (c.c.)ın lûtfunu umabiliriz. Zîra Ebû Hureyre (ra) Rasûlullah’tan (sav) şöyle rivayet eder:

“-Allah canlıları yarattığında arşın üstünde, nezdindeki kitaba:

Hakkîkat rahmetim gazabıma galip gelir, diye yazdı.” (R. Salihîn, hadis no: 418)

ORTA YOL

Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sav), Ashab-ı Kiramı devamlı korkutmak yahut da devamlı ümitlendirmekle diğerini ihmale gitmezlerdi. Her ikisini dengeli tutarlardı. Zaten malûmdür ki, İslâm her konuda orta yolun tutulmasını emretmiştir. İfrat ve tefritten kaçınılması ve orta yola uyulması kul için daha hayırlıdır. İşte bu sebepledir ki bir kul, korku ve ümîdi şahsında toplamalıdır.

Kul deyince akla; günah işleyen ve günahının bağışlanmasını isteyip tevbe eden kimse gelir. Bunun için atalarımız da boşuna söylememişler; “beşer şaşar” diye... Şüphesiz insanın hali budur ve İlâhî takdir de böyledir. Rabbine karşı bilerek ya da bilmeyerek yaptığı günah ve hatayı anlayıp, yaptığına pişman olmak sûretiyle O yüce Zât’a el açıp bağışlanmasını isteyen kuldan, Rabbi ne kadar razı olur.

AF DİLEYEN KUL

Bu, insan aklıyla ölçülmeyen ve havsalasının almayacağı bir durumdur. Bilâkis günah işleyip af dileyen bir kavmi isteyip, bu halden razı olan Cenâb-ı Hakkın, bu mübarek maksatlarını şu Hadis-i Şeriflerden açıkça anlıyoruz:

Ebû Hureyre’den (ra); Peygamber Efendimiz’in (sav), Mübarek ve yüce Rabbindan bildirdiği bir hadiste buyurdu ki:

“-Kul, bir günah işlediğinde: Ya ALLAH, benim günahımı bağışlayıver der ise, Mübarek ve yüce ALLAH buyurur ki:

Kulum bir günah işledi de, kendisinin, günahı bağışlayan ve bu günahla (kendini sorumlu) tutacak Rabbi bulunduğunu bildi, buyurur. Sonra döner günahı (tekrar) işler de: Ey Rabbim, Benim günahımı yarlığayıver derse, Cenab-ı Hakk Tebareke ve Teâlâ: Kulum bir günah işledi de kendisinin, günahı bağışlayan ve bu günahla (sorumlu) tutacak Rabbi bulunduğunu bildi, buyurur.

Sonra (o kul) döner (tekrar) günah işler peşinden: Ey Rabbim, benim günahımı yargılayıver, derse mübarek ve yüce (ALLAH) buyurur ki:

Kulum bir günah yaptı da kendisinin günahı bağışlayan ve günahla (sorumlu) tutacak bir Rabbi bulunduğunu bildi. Ben de kulumu bağışladım, dilediğini yapsın.” (R. Salihîn, hadis no: 420)

KUL VE GÜNAH KAVRAMI

Başka bir Hadis-i Şerifte de şöyle buyrulur:

“Ruhum (Kudret) elinde olan (Allah)’a andolsun ki, şayet siz günah işlemediyseniz, Allah sizi (bu âlemden) giderir ve günah işleyip hemen Allah Teâlâ’dan mağfiret dileyen ve Allah’ın kendilerini yargılayacağı bir kavmi getirirdi.” (R. Salihîn, Hadis no: 421)

İlâhî af ve rahmetin pek büyük olduğuna dair müjdeler çoktur. İşte Rabbımızın nice mübarek sıfatlarından biri de şu ayet-i kerîmede göze çarpmaktadır:

“-Hakîkat Rabbin, zulümlerine rağmen, insanlar için mağfiret sahibidir.” (Ra’d Sûresi, ayet: 6)

İnsanoğlu nîmete karşı küfranlıkta bulunduğu, Rabbine karşı nankör olduğu halde yine bağışlanıyor. Artık O yüce Halık’ın ne denli büyük bir merhamete sahip olduğunu anlatmaya gücümüz yetmez.

Efendiler Efendisi Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) de ümmetinin şefaatçisi olacaktır inşaallah. O’na bu hususta Cenab-ı Hakk, şu müjdeyi verir:

“-Muhakkak ki Rabbin sana verecek de, hoşnûd olacaksın.” (Duha sûresi, ayet: 5)

Ümmetine aşırı şekilde düşkün olan Nebiyy-i Zîşan (s.a.v.) Efendimiz, bu müjdelere ne kadar sevinmişlerdi. Muhakkak ki O, bunlara son derece lâyıktır...

Yine Efendimiz ve O’nun gerçek ümmetlerine müjde:

“-O gün ALLAH Peygamberini ve îman edip O’nunla beraber olanları rüsvay etmeyecektir.” (Tahrim sûresi, ayet: 8)

KORKU VE ÜMİT

Gerçekten de Mü’min kulun her yanına, ümit ışıkları yansımaktadır. Rabbini seven, O’nu andığı zaman gönlünde muhabbet ateşi kalkan bir kulun özünde, ümit alâmeti daha belirgin hale gelecektir. Böyle bir kul, Rabbinden daha çok korkan takva sahibi bir kuldur. İslâm’da arzu edilen insan tipi de, işte budur.

Günah deyince akla kul, kul deyince de akla günah gelir. Pişman olarak ALLAH (c.c.)’a yönelen günahkâr bir kulun günahlarını, O yüce Yaratan bağışlayacak, dünya ve Ahirette de gizleyecektir. Ümîdimiz de bu cihette olmalıdır. Bakın Hz. Ali (ra) bu konuda ne der:

“-Dünyada kişinin günahını gizleyen Allah Teâlâ, ahirette de açığa çıkarmaz. Zîra onu ahirette açığa çıkarmak, O’nun keremine yakışmaz. Dünyada günahının cezasını çekene, ahirette ikinci defa ceza çektirmez.” Yine Cenab-ı Hakk’tan ümid hususunda Süfyan-ı Sevrî Hazretleri şöyle der:

“-Hesabımın anne ve babamın eline dahi verilmesini istemem. Çünkü Allah Teâlâ, onlardan çok daha merhametlidir.” Allah Teâlâ’nın kıyamet günü, Rasûl-i Ekrem’e (sav) bahşedeceği şefaati, işte Efendimizden dinliyoruz:

Enes (r.a.) demiştir ki; Ben Rasûlullah’tan (sav) şöyle işittim:

“-Yevm-i Kıyamette şefaat eder ve derim ki:

-Ya Rabbi, kalbinde hardal danesi kadar iman olan kimseyi Cennete dahil et! Benim bu şefaatim üzerine onlar Cennete girerler. Bundan sonra ben:

-Ya Rabbi kalbinde azıcık bir şeyi olan kimseyi (de) Cennete dahil et derim.”

-Ravi-i Hadis Enes Hazretleri; ben Rasûlullah’ın hardal danesinden daha az şeyi, (mübarek) parmakları ile tasvîr ederken O’nun parmaklarına bakıyordum, demiştir. (Sahih-i Buhari, hadis no: 1645)

ASLOLAN HAKİKAT

Tabiîdir ki aslolan şey, îmana sahip olmaktır. Şeksiz-şüphesiz, şirkten uzak bir îman, sahibini Cennete götürür. Rabbımız bütün Ümmeti Muhammed’i îmandan ayırmasın. Ve O’na iyi bir zanla gitmeyi nasip eylesin.

Zîra Efendimiz (sav):

Câbir b. Abdillâh (r.a.) Rasûlullah’ın (sav), vefatlarından üç gün önce şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir:

“-Biriniz, Azîz ve Celîl olan Allah’a hüsn-ü zan etmedikçe ölmesin,” buyurmuşlardır. (R. Salihin, Hadis no: 440)

Dua ile birlikte ümîdi ve en önemlisi de, Allah’a hiçbir şeyi eş tutmamayı şahsında toplamak suretiyle, Allah’a kul olmaya çalışan kimseye işte yine bir müjde:

Enes (ra) demiştir ki: Ben Rasûlullah’ (sav) şöyle söylerken işittim:

“-ALLAH buyurdu ki: Ey Ademoğlu. Sen bana dua ettiğin müddetçe, senden südûr eden şeyi bağışlarım. (Günahın büyüklüğüne) aldırış etmem.

Ey Ademoğlu. Şayet sen bana yer dolusuna yakın hata ile gelmiş olsan, sonra hiçbir şeyi eş tutmaksızın huzuruma gelmiş olsan, yer dolusuna yakın bir mağfiret ile sana gelirim.” (R. Salihin, hadis no: 441)

ÎMANIN BAŞTA GELEN ŞARTI

İmanın başta gelen şartı, Alla’ıh (cc) eşsiz ve benzersiz bilerek O’na inanmaktır. Gerçek bir îmana sahip olmak ancak bu şekilde olur. Îman ve muhabbetle birlikte ümit ise, sahibini Cennete götürür. Bu hususta Allah’ın Rasûlü’ne kulak verelim:

Cabir’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir; Peygamber’e (sav) bir bedevî geldi de:

-“Ey Allah’ın Rasûlü, (Cennet ve Cehenneme girmeye sebep olan) iki şey nedir?” dedi. Rasûl-ü Ekrem (sav):

“-Kim hiçbir şeyi Allah’a eş tutmayarak ölürse, Cennete girer. Kim O’na bir şeyi ortak tutarak ölürse, cehenneme girer” buyurdu. (R. Salihîn, hadis no: 414.)

Bu manâda Cenab-ı Hakk da şöyle buyurur:

“-Her kim ALLAH’a şirk koşarsa, ALLAH ona Cenneti haram kılar. Yeri Cehennem olur.” (Mâide sûresi, ayet: 72)

Rabbimiz ehl-i iman olarak yaşamayı ve kâmil bir imanla yüce Zâtına kavuşmayı nasib eylesin!