“Ne kadar az insan o kadar az dert” diye bir cümle kurduğumu hatırlıyorum. Yine ve şimdi de aynı mı düşündüğümü bilmiyorum aslında ama bir yerinden ve benim olduğum köşeden bakınca çok mantıklı ve doğru geliyor bana bu. Zira ben her tanıdığım insanın hüznünü içinde taşıyanlardanım. Gönlünde onlara bir yer açanlardanım. Ve bu bazen çok yoruyor insanı. Belki de bu yüzden çok önceleri insan biriktirmekten vazgeçtim ben.

Böyle söyleyince “sigarayı bıraktım” falan demek gibi oluyor ama onun gibi bir şey zaten.

İnsanın sosyal olması gerektiğini, toplumun içinde yaşadığını elbette ben de biliyorum ama zaman ne zihnimde ne de gönlümde bunca insanın derdini taşıyacak yer bulamıyorum. “Bana ne?” deyip de geçenlerden olsam belki de bunca bir ağırlığın omuzlarıma bindiğini hissetmezdim. Ama öyle olmuyor ki birini gönlünüze aldınız mı onun hüznünü, onun derdini, onun kendini de alıyorsunuz. Ya da en azından ben ve bana benzeyenler öyle.

Gerçi onlarca dostu olan, çokça insan biriktirenlere de garip bir hayranlık duymuyor da değilim. Hatta hayranlığım hayrete varıyor bazı durumlarda ve bunu nasıl yapabildiklerine de şaşırıyorum.

Benim felsefem sanırım “bir tek dostun varsa dünyanın tamamı sana dosttur” cümlesinin altını devamlı surette çizmek. Garip aslında ve zor; bu kadar kalabalığın bu kadar insanın içinde bir tek kişiyi arayıp da bulmak. Bulanlar var elbette ve bence onlar bahtiyar kullar arasında ama bir dost bulamadan günü akşam edenler de ömrünü tamam edenler de var.

Arkadaş, bence çok güzel bir kelime. Yani sadece manasından falan bahsetmiyorum fonetiği de çok güzel; kulağa hoş geliyor yani. Ve bu kelimeyi gerçekten hak eden biri için kullanmak da güzel. Kelime Türkçe. Anlaşılacağı gibi “Arka” kelimesinden geliyor. Bazı sözlükler asıl halinin “Arkalaşmak” olduğunu, zaman içinde değişip de şimdiki şeklini aldığın söylüyor. Arkalaşmak yani sırt sırta vermek, sırtını dayamak, dayanak olmak.

Bir de şöyle bir rivayet var, acayip hoşuma gitti. Orta Asya bozkırlarından gelen ecdadımız arkalarından gelecek herhangi bir saldırıya ya da tehlikeye engel olmak için sırtarını bir ağaca, bir kayaya ya da bir taşa yaslayarak önlerinden gelen düşmana ya da tehlikeye ok atarlarmış. İşte o sırtlarını dayadıkları taşa da “arka-taş” deniyormuş. Zamanla da sırtını dayayabildikleri insanlara böyle demeye başlamışlar. Oradan gelip arkadaş olmuş yani.

Çok güzel değil mi ya hu!

Bir de şöyle bir cümlem vardı;

“Haydi gidelim dediğim vakit ‘Nereye?’ diye sormadan gelen dost; neredesin?”