Güzel kadim geçmişimizde ayna, mendil birer aşk ve sevgi sembolü olarak kullanılırdı. Mendillerin dili vardı adeta. Mendili yere atmanın ayrı, mendili sallamanın ayrı, mendili buruna götürmenin ayrı anlamları vardı. Mendil, sevenler arasında aynı zamanda bir iletişim aracı olarak işlev görürdü. Sevgiliye ucu yanık mendil vermek, kalbim senin aşkınla yanıyor anlamına gelirdi. Bu mendili alan hanım kız da eğer olumlu cevap verecek ise bu aşk teklifine kendi el emeğiyle ve göz nuruyla yaptığı işlemeleri ve her biri ayrı anlama işaret eden nakışların bulunduğu bir mendili gönlünü kaptırdığı gence gönderirdi. Bu mendiller ömür boyu saklanırdı. Eğer bir gün mendiller karşılıklı olarak iade edilirse bu aşkın bittiğini gösterirdi. Mendil ortadan tutulursa bu akşam görüşelim anlamına gelirdi. Teklifin kabul edildiğini gösteren hareket mendili sallamaktı.

Eğer bir hanım kız pencereden aşağıya bir mendil savurursa bu aşkını ilan ettiğinin göstergesiydi. Erkek bunu gördüğünde durup mendili alıp ve özenle katlayıp cebine götürürse aşk ilanına olumlu karşılık verdiğini ifade etmiş olurdu. Düşürülen mendil buluşma isteğini gösterirdi. Sokak ortasında ulu orta hele bir de büyüklerin bulunduğu ortamlarda asla laubali davranılmaz, diğer insanların nefislerini uyandıracak gayrı ahlaki davranışlara asla tevessül edilmezdi. Böylece toplumda dirlik ve birlik sağlanır, ahlaki sınırlar aşındırılmazdı.

Hanımına ayna alan bir erkek bu hediyesiyle eşine “sana senden daha güzel verebileceğim bir hediyem yok” demiş olurdu. Hem ekonomik hem de romantik bir davranış. Bugün ise binlerce liralık pırlanta yüzüklerle bu etkiyi oluşturamıyoruz, çünkü kanaat azaldı.

Anne çocuğunu komşudan tuz istemeye gönderirdi. Çocuğu “İyi de anne evimizde tuz var” dediğinde, anne “oğlum ben de biliyorum tuz olduğunu ama komşularımızın maddi durumu biraz kötü, evlerinde muhakkak tuz vardır. Biz ondan tuz isteyelim ki onlar da bizden eksiklerini isteyebilsinler” derdi. Muazzam bir incelik.

Elbette sosyal kuralları ve tutkalı sağlam olan bir toplumda dini hassasiyetler de oldukça yüksekti. Kur’an-ı Kerim’e ve Peygamber Efendimiz’e (sav) büyük hürmet gösterilirdi. 63 yaşını geçen büyükler yaşları sorulduğunda “biz artık haddi aştık” derlerdi. Çünkü Efendimiz (sav) 63 yaşında ahirete irtihal etmişti. Eski insanımız kâinata ve eşyalara da insan gibi davranırdı; “lambayı yakmak” veya “mumu söndürmek” yerine “lambayı uyandırmak” veya “mumu uyutmak” ifadelerini tercih ederlerdi. Eşyaya bile insanmış gibi hassasiyet ve letafetle davranırlardı.

Bu kadar ince, nazik ve latif bir aile tarihimiz ve kültürümüz mevcut çok şükür, geçmişimizde övünecek ve gurur duyacağımız çok fotoğraf karesi var. Ama bir şekilde bizi bizden koparmak, geçmişimizi sorunlu göstermek için sistematik biçimde aile ve sosyal yapımızı, geleneklerimizi ve örfümüzü demode örnekler gibi sundular.

Selametle…