ABD büyükelçisinin başını çektiği 10 Batılı elçinin kendi “kapı kullarından birinin” serbest kalması için Türkiye’ye öfke duymasına şaşırmamak gerek. Neticede müttefikimiz dediğimiz Amerika, bize karşı 40 yıldır savaşan pespaye bir terör örgütüne gözlerimizin önünde tırlar dolusu silah gönderirken, 1,4 milyar dolar para ödeyip satın aldığımız savaş uçaklarımıza el koydu.

BM kürsüsünde, sömürge düzenlerine meydan okuyan bir liderin ülkesini bağırlarına basacak değillerdi herhalde. ABD, Kudüs’ü İsrail’in ebedi başkenti olarak kabul ettiğini duyurduğunda, 128 ülkeyi peşine takıp ABD’ye rest çeken ülkenin adıdır Türkiye. Asıl sorun düşmanlıkta sınır tanımayanların değil, Türkiye’nin muhalefetinin içler acısı halidir.

11 ve 12. ELÇİLER

Ege’de Yunan tezlerini destekleyen, “ Kıbrıs’ta, Libya’da ne işimiz” olduğunu soranların partisi CHP’nin lideri Kılıçdaroğlu, Türk yargısına hesap sormaya kalkan haddini bilmez elçilere parmak sallayacağına, “AİHM kararları uygulanmalı” diyebildi. Kılıçdaroğlu’nu artık 11. elçi olarak kaydedebiliriz deftere.

Kararlarına saygı duyulmasını istediği AİHM, teröristbaşı Öcalan hakkında, hem de iki defa aldığı kararda Türkiye’yi suçlamış, şartlı tahliye talebinde bulunmuş; Yetinmemiş örgüte talimatını taşıyan avukatının evrakına el koyduğu için mahkûm etmişti.

Bu kararı da uygulayalım mı, sayın 11. küçükelçi? Hayır soruyu bir de kendinden daha küçük ortağına soralım: Hani MHP’yi “ülkücü değerlerden uzaklaşmakla” itham edip bölen Akşener’e. Bu müstemlekecilere bir sözünüz var mı? Elbette yok. O da, tıpkı Kılıçdaroğlu gibi laf kalabalığı ile “hukukun üstünlüğü” diyerek AİHM’e göz kırpmayı tercih etti. Aman HDP ile ittifak çökmesin.

ELÇİLERE NASIL MUAMELE EDERDİK?

Cumhurbaşkanımızın hadsiz elçileri “istenmeyen adam” ilan etme talimatını abartılı bir tepki olarak görenlerin ne Türkiye’nin büyüklüğünden ne de tarihimizden haberleri var.

Türkiye’nin iç işlerine karıştıkları gerekçesiyle 1986’da Libya ve Suriye, 1989’da İran, 1993’te PKK saldırısına karşı kendisini koruyan elçimizi gözaltına almaya çalıştıkları için İsviçre’nin büyükelçisini, 2013’te kendi elçimizi sınır dışı ettikleri için Mısır Büyükelçisini, 2016’da aynı gerekçeyle Bulgaristan konsolosuna kapıyı gösterdik. 2017’de ise bakanımıza saygısızlık yaptıkları için Hollanda’nın elçisine ülkeye giriş izni vermediğimiz gibi, elçilik binasına giriş-çıkışları da kapattık.

1454’ten bu yana yabancıların topraklarımızda elçi bulundurmasına izin veriyoruz; Fakat bir dizi protokole tabi tutarak. Batılılar bu kuralların ve diplomatik adabın harfiyen yerine getirilmesi karşısında şaşkınlıklarını gizleyememişlerdir.

Devletimizin kudretli olduğu zamanlarda elçilere nasıl mı davranırdık? Elçiler, Türkiye’ye geldikten sonra tüm masraflarını devlet hazinesinden karşılar, yüksek dereceli bir misafir olarak ağırlardık. Lakin İstanbul’da konakladıkları Elçi Hanı’ndan izinsiz dışarı çıkmaları, belgesiz seyahat etmeleri yasaktı. Padişah’a kendi krallarının mektuplarını takdim ederken kollarına iki kapıcı başı girer, saygıyla “eğilerek” huzura kabul edilirlerdi. Bir defa 1668’de Rus Elçisi fazla eğilmeyi kabul etmeyince kovulmuştu.

Yıllarca Ebu Garip Cezaevi’nde işkence gören Iraklı Hacı Ali el-Kaysi Türkiye’ye ziyaret için geldiğinde kendisini Topkapı Sarayı’na götürmüş, elçilerin kabul edildiği divanı gösterirken bu protokolü anlatmıştım. Gözleri yaşararak, “Bir gün bir Türk Cumhurbaşkanı ABD elçisine bu muameleyi yapacak. O günün gelmesi için her daim dua ediyorum” demişti.

Ne diyelim: Amin.