Yakın tarih bizim ülkemizde bir türlü ismiyle müsemma olamadı nedense. Binlerce hatta milyonlarca yıl öncesinden net ifadelerle bahseden tarihçiler söz konusu Türkiye Cumhuriyeti tarihi olduğu zaman nedense çelişkilerle dolu ifadeler kullanmaya başlıyor.

Kıymetli dostlar; öncelikle sizleri selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum.

Bizim ülkemizde yakın tarih bir türlü ismi ile müsemma olamadı nedense. Binlerce hatta milyonlarca yıl öncesinden net ifadelerle bahseden tarihçiler söz konusu Türkiye Cumhuriyeti tarihi olduğu zaman nedense çelişkilerle dolu ifadeler kullanmaya başlıyorlar. Elbette bunu tek bir sebebe ya da kaynağa bağlamak doğru değil. Ancak resmi tarihin dayattığı birkaç bilgi dışında birçok kaynağın yasaklandığı, gerçek bilgilerin yok edilmeye çalışıldığı, tarihçilere yasalarla ambargo koyulduğu, inceleme yapma alanlarının sınırlandırıldığı bir dönemin ardından, özellikle son zamanlarda bugüne kadar konuşulmayan adeta bir sır gibi saklanan gerçeklerin bir bir ortaya çıkması geç de olsa gelecek nesiller için bizleri oldukça ümitlendirdi.

400 çadırla kurulan bir beylikten dünya imparatorluğuna giden yolda uyguladığı her politika ayrı bir inceleme konusu olan ve hakkında cilt cilt kitaplar yazılan Osmanlı Devleti’nin ortaya koyduğu ve dünya tarihinde o güne kadar eşi benzeri görülmeyen insani uygulamaları fethedilen bölge halkını ne kadar mutlu ediyorsa birtakım çıkar çevrelerini özellikle emperyalist güçleri de bir o kadar rahatsız ediyordu.

Tarihleri boyunca insanlık dışı uygulamaları ile var olmuş olan bu emperyalist güçler Osmanlı Devleti’ni hiçbir zaman kabul etmemiş tam aksine her fırsatta ortadan kaldırmak için büyük çabalar sarf etmişlerdir. Nitekim 1453 yılında İstanbul’un fethi ile birlikte bu çalışmalar sistematik bir şekilde artarken özellikle Halifeliğin Yavuz Sultan Selim Han zamanında Osmanlı padişahına geçmesi ile birlikte tam bir Haçlı zihniyeti ile zirveye çıkmıştır. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturu ile sadece kendi inancından olan insanlara değil tüm Dünyaya kapılarını açan çağın modern teknolojisini ortaya koyan ve hatta bilim seviyesi olarak çağın çok ötesinde hareket eden Osmanlı her uygulaması ile örnek teşkil edecek bir devlet yönetimi ortaya koymuştu.

Avrupa’nın dünü bugünü

Bugün kendisini “Medeni” olarak tabir eden Avrupa’nın dünü ve bugünü aslında birbirinden hiç de farklı değildi. Bugün Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, Bosna’da ve en yakın örneği olan Suriye’de Müslüman halka ne yaptılarsa misli ile fazlasını zaten tarihin çeşitli dönemlerinde din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın ortaya koymuşlardı. Almanya’da katledilen Yahudiler, İngiltere’nin Aborjinlere ve bilhassa Müslüman halk üzerine yaptığı katliamlar, Fransa’nın Cezayir, Fas ve Tunus’ta yaptıkları, ABD’nin Kızılderililer’den tutun da Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bombasına kadar yaptığı katliamlar bunlardan sadece bazılarıdır. Bundan daha 60-70 yıl öncesine kadar şehir merkezlerinde “İnsanat Bahçeleri” olan, insani değerlerden yoksun gözü dönmüş her şeyleri para, petrol, ham madde, altın olan bu emperyalist güçler artık kendi gözlerine büyük bir ham madde ve pazar olarak görünen Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmak için saldırılarını kat kat hızlandırmışlardı.

Tarihin her döneminde sadece Müslüman tebaa için değil gayrimüslim tebaa için de bir güvence olan Osmanlı Devleti Avrupa’nın orta yerinde kızgın taşlara oturtularak işkenceye maruz kalan Yahudilere de, savundukları görüşler kilisenin çıkarlarına ters düştüğü için Avrupa’da çeşitli zulümlere maruz kalan Hıristiyanlara da her zaman kapılarını açmış ve onlara sahip çıkmıştır. Asırlarca fethettiği tüm topraklara adalet ve hoşgörü ile hükmeden Osmanlı üzerine oynanan oyunlar zaman içerisinde etkisini göstermiş ve Osmanlı Devleti’nin eski gücünden uzaklaşmasına neden olmuştur. Her ne kadar eski gücünden uzaklaşmış olsa dahi Osmanlı Devleti hiçbir zaman kendisine uzanan yardım elini geri çevirmemiş, zor durumda kalan kim olursa olsun yardım elini uzatmaktan geri durmamıştır.

Coğrafi keşifler değil, coğrafi hırsızlıklar!

Özellikle Avrupalıların coğrafi keşifler olarak tabir ettikleri ancak gerçekte doğunun zenginliklerini katliam ve işkencelerle batıya taşıdıkları olaylardan sonra iyice hız kanan Sömürgecilik faaliyetleri ile başta İngiltere ve Fransa gibi emperyalist ve kapitalist düzenin azılı savunucuları dünya üzerinde kendi yeni düzenlerini oluşturmak için insanlık dışı uygulamalarını dahi meşrulaştırarak uygulamaya koymuşlardır.

1908 yılına kadar tüm baskılara direnen Osmanlı Devleti özellikle kendilerini Jön Türkler olarak nitelendiren ve İttihat Terakki Cemiyeti adı altında Avrupalı devletlerden aldıkları büyük desteklerle örgütlenen ve daha sonra bir kısmının yaptıklarından büyük pişmanlık duyacağı bu topluluğun yönetimde söz sahibi olması ile devlet politikalarında da köklü değişikliler olmuştur. Özellikle Osmanlı son döneminde uyguladığı politikaları ile yaşadığı döneme damga vurmayı başaran Sultan Abdülhamid’in yaptıkları göz önünde bulundurulursa yeni yönetimin tam aksi uygulamalarla adeta devleti yok olmaya sürüklediği açık olarak ifade edilebilir.

Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu bu kritik durum özellikle Sultan Abdülhamid’in 33 yıllık iktidarı boyunca uyguladığı ve devletin bekasını sağlayan akıl dolu politikalarının karşısında yeni hükümetin aynı tutarlılığı devam ettirmemesi elbette sömürgeci emperyalistlerinde iştahını kabartmıştı.

Bu durumun yanında gerek coğrafi hırsızlıklar gerekse coğrafi hırsızlıklar ile beraber Avrupa’da başlayan ham madde ve pazar arayışı ve bunların ortaya çıkardığı sonuçlar mevcut kaynakların paylaşımındaki devletlerarası çıkar çatışmaları dünya üzerinde büyük bir savaşın ortaya çıkmasına neden oldu.

1. Dünya Savaşı’nın perde arkası

Özellikle Fransız İhtilali, coğrafi keşifler ve sömürgecilik yarışı dünyayı iki ayrı cepheye ayırma yolunda zaten ilerlemekteydi. Asya ve Afrika’nın kaynaklarına sahip çıkmayı planlayan İngiltere-Fransa ikilisinin yanına gözünü Osmanlı topraklarına özellikle Boğazlara ve Balkan topraklarına diken Rusya’nın da dâhil olması ve bunların karşısında henüz ekonomik sosyal gelişimini yeni tamamlamış olan Almanya ile birlikte bu pazarda söz sahibi olmak adına yeni yeni güçlenen İtalya’nın da yer alması yanlarına Rusya’nın Balkan politikalarına karşı olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğunu da dâhil olması ile kutuplaşma artık iyice belirginleşmeye başlamıştı.

Dengeler artık iyice belirginleşmiş savaşın ortaya çıkması için bir sebep aranmaya başlamıştı. Nitekim Avusturya Macaristan veliahdının bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun Sırbistan’a savaş ilan etmesi aranan sebep olarak ortaya çıkmıştı. Artık her iki tarafta kendi ortaya koydukları politikaları ile “yeni dünya” düzenini oluşturma yolunda birtakım çalışmalara ve diğer dünya devletlerini kendi yanlarında yer almaya ikna etmek için çalışmalar yapmaya başlayacaklardı. Dünya artık yeni bir düzene doğru ilerliyordu ve bu düzende her iki taraf içinde olmazsa olmazlar elbette ki olacaktı. İngiltere için sömürgelerini muhafaza etmek ne kadar önemli ise bu savaşın maddi konuda büyük destekçisi olan Siyonist ahali ve onların istekleri (özellikle Filistin toprakları) o derece önem arz etmekteydi. Almanya içinde de özellikle Asya ve Orta Asya’daki Müslüman halk vazgeçilmez bir etken olarak karşımıza çıkmaktaydı.

GÜNEŞ BATMAYAN İMPARATORLUK!

Bu aslında bir erken dönem çatışması idi çünkü siyasi gelişimini İngiltere ve Fransa’dan daha sonra tamamlayan Almanya’nın sömürgecilik düzenine dahil olmak istemesi ve gözünü özellikle İngiliz sömürgelerine çevirmesi İngiltere’nin hiçte hoşuna giden bir durum olmamıştı. İşte bu yüzden bu savaşın ciddiyeti ve mahiyeti bundan öncekilere nazaran daha bir önemli idi. Ya İngiltere Sömürgelerine daha fazla sömürge katarak, yani gücüne güç katarak bu yeni dünya düzenini tek başına oluşturacak ya da bugüne kadar oluşturduğu “Güneş Batmayan İmparatorluk” mahiyetini kaybederek Avrupa’da sıradan bir devletten farkı kalmayacaktı. İkincisi İngiltere için hiçte kolay kabul edilir bir durum olmayacaktı elbette. İşte bu sebepten dolayı bu savaşta İngiltere için her şey mubahtı. Onun için savaş kurallarının, milletlerarası antlaşmaların ya da insan haklarının herhangi bir önemi kalmamıştı.

Devam edecek…