Bazı kelimelerin insanları ne kadar darmaduman ettiğini bilirsiniz. Sanki o kelimeyi duymak bile insanda hasar meydana getirir. Hoyrat, hırpalayıcı, tarumar edicidir. 

Bazı kelimeler insanları feci bir şekilde aymazlığa, duyarsızlığa, sıradanlığa götürür. Ya da o kelimeleri rahatça kullananlar zaten yeterince duyarsızlığa hizmet ederler. Boş ver, her şey, aynen, fark etmez(...) muhteşem duyarsızlığımızın can suyu kelimelerdir. 

Bazı kelimleler vardır, fena halde insan kokar. Öyle ki kelimeyi kırmadan söylemeye çalışırız. İncelik, nezaket, gönül ne kadar da benzer kırılgan bir kız çocuğuna. 

Kelime somuttur.

Nasıl ki birçok dinde söylenen söz de yapılan eylem kadar günaha ya da sevaba tekabül eder; nasıl ki eylemden çok sözlerin bıraktığı yaralar kapanmaz; nasıl ki birçok anlatı, mitoloji, yaradılış hikâyesi "Önce söz vardı" diye başlar, işte bunlardır sözün somut olduğuna delilim. 

Delil aramaya ne hacet! Sözcüklerden ve zamandan başka şu fani dünyada gönlümüzden başka ne kalıyor geriye?

Kelimelerin bir ruhu vardır. Büyü gibidir kimi zaman. Bu yüzden olsa gerek bazı kelimeler bizi efsunlanmış gibi durdurur. Bazı kelimeler kurşun gibi saplanır etimize. Bazı kelimeler var ki dilimizi, kulağımızı yakar. Oysa gönlü ateşleyen kelimelerin arzusundadır insanlar; gönlü yakan değil.

Kimi kelimeler dua gibidir, selam gibidir, bir avuç su gibidir. Paraya, oyunlara, yaşamı yercesine tüketmek dışında bir meşgalesi olmayana kelimenin ruhu işlemez. Hatta o kelimeler ruhlarının önündeki demir parmaklıklardır. İdrak kanallarını kapatanlar dünyanın en güzel şarkısından bile nasiplenemezler. 

Nietzche, Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabına başlarken sözcüklerinden ve bu sözcükleri anlamayan kulaklardan bahseder. Öyle ki benim sözcüklerim eşek kulağıyla dinleyenlere değil, der. 

Söz, kıymetlidir. Her kulağa söylenirse sözün hatrı çiğnenir. Öyle ki kelime ruhunu vermez olur. Kurumuş bir pınara, çınlayan bir mağaraya döner dil denizi.

Sahi, siz sözünüzü nasıl kullanıyorsunuz? Bir dua, bir büyü, bir beddua, bir küfür, bir şükür, bir şifa... Kendi sesinize can kulağınızı bir kere dayayın isterseniz. O zaman kalbe mi, ete mi, duvara mı seslendiğinizi duyacaksınız. Derler ki kalp havuzunuzda ne varsa dilinizden o akarmış. 

"Bir hoyrata güllerini derdirmiş", "Hoyratlar görmeden gel", "Hangi hoyratın eline kalmış "(...) türkülerden ağıt havasına geçen bir acı. Çünkü söz kalpten çıkıp etten bir kalbe varmaya uğraşırsa, hoyratların elinde pare pare olur insanoğlu.

Söze hep, her, hiç diye başlayanların, genellemecilerin, toptancıların korkutucu kibri, bir gönül taşıyan her canlıyı yıkıp geçer. Sözü pazara düşürmek, insanı pazara düşürmektir. Ki o pazarda nice tüccar vardır yaren kılığında.

Ve sanırım hoyrat bir dünya tüm hızıyla üzerimize geliyor. Bu durumda Fahrenheit 451 romanındaki insanlar gibi geri çekilip, yakılan kitapları tek tek ezberleyen o insanlar gibi "insanî olan ve incelik taşıyan ne varsa" bir yerlere saklamalıyız. Elbet o inşirah dolu kelimeleri ve o halleri hak edecek gönlü olan insanlar, öleceğine inanan insanlar gelecektir.