Sokrates bundan 24 asır önce felsefenin tümüyle ahlaktan ibaret olduğunu söylediğinde tepkileri üzerine çekmişti. Çünkü o zamanın Atina gençliği sefahatin, sapkınlığın, tembelliğin, taklitçiliğin esiri haline gelmişti. Bu çıkışından dolayı Sokrates’i idama mahkûm ettiler. Ondan sonra gelen Platon, Aristo, Diyojen, Plotinos ve çok daha sonraları Spinoza, Leibniz, Locke, Kant, Hegel, Kierkegaard, Bergson gibi filozoflar benzer konuların etrafında dönüp durmuşlardır. Batılılar varlıklarını bu silsilenin geliştirdiği ahlak anlayışına borçludur. Doğu toplumlarının ahlak anlayışı ise batınınki ile taban taban zıt bir kaynakla şekillenmiştir. Kınalızade Ali Çelebi’nin “Ahlak-ı Âlai”si bu konunun 16. Asra kadar ki seyrini özetler. 16. Asırdan sonrası ise hepimizin malumudur.

Türkiye’de alkol ve madde bağımlılığından ölümler 2006 yılında 50 bandındayken 2021 senesinde 1400 bandına dayanmış. Yine Emniyet Genel Müdürlüğünün yayınladığı istatistiklere göre 2014 yılında 30 bin tablet sentetik uyuşturucu ele geçirilmişken bu sayı 2020 yılında 2 Milyon rakamının üstüne çıkmıştır. Yeşilay verilerinde alkol ile tanışma yaşının 7’ye düştüğü, gençlerin %10’unun uyuşturucuyu, %50’sinin sigarayı en az bir kez denediği görülmektedir. Bu rakamlar madde bağımlılığının 20 yıl önceye göre ortalama 10 kat arttığını gösteriyor. LGBT eğilimleri de 20 yıl önceye göre olağan vaka haline gelmiştir.

Bu manzaranın ortaya çıkmasında belirleyici olan etken 2010’dan bu yana internete erişimin hızla artmasıdır. Sosyal medya ve Netflix tarzı kanalların zehirlediği gençlerimiz can çekişmektedir. Bu çağda ruhlar hastadır. Adeta “Beni kurtarın!” dercesine çırpınan bu gençlerimizin sorumluluğu çalışan aile sayısının artması dolayısıyla Milli Eğitime düşmektedir.

20. Milli Eğitim Şûrası işte böylesi manzaraların yaşandığı bir dönemde toplandı. Toplamda 3 gün süren şûrada ilk gün protokol konuşmaları, ikinci gün müzakereler ve son gün de oylama ile geçti. Yani toplamda sadece bir gün konular müzakere edilebildi. Genel Kurula gelen 128 maddeden 17'si oy çokluğuyla geri kalan maddeler ise oy birliği ile kabul edildi. Şûrada kabul edilen maddelerin konulara göre dağılımı şöyle:

Okul Öncesi Eğitim: 10 Madde

Özel Eğitim ve Rehberlik: 20 Madde

Temel Eğitime Erişimin ve Eğitimde Niteliğin Artırılması: 26 Madde

Eğitim Sisteminin Kalitesinin İzlenmesi: 6 Madde

Mesleki Eğitimin İyileştirilmesi: 32 Madde

Öğretmenlerin Mesleki Gelişimi: 33 Madde

Din ve Değerler Eğitimi: 1 Madde

Kabul edilen maddelerin dağılımından da anlaşılacağı gibi eğitimin felsefesinden ziyade mevcut anlayışın uygulamasından kaynaklanan sorunlar şûraya damga vurmuş görünüyor. Teşbihte hata olmaz derler. Yapılan şûra memleket baştanbaşa yangınlarla uğraşırken ateşi nasıl söndürürüz konusunu ele almak yerine kargo ve lojistik konularını ele alan bir çalıştaya benzetilebilir. Pek çoğu idare tarafından çözülebilecek konular genel kurul gündemine taşınmış. Bu durum Sayın Bakanın “Eğitimde reforma ihtiyaç yok” açıklamasıyla da uyuşuyor. Oysa ahlaki bakımdan 2010’dan bu yana ateş çemberine dönüşmüş ülkemizde gençliğin halini görmek için istatistiklere bakmaya da gerek yok. Sayın Bakan program dışı ani bir ziyaretle her hangi bir liseyi ziyaret etse duruma vakıf olacaktır. Meslek Liselerindeki eğitim kalitesinin artırılması elbette önemlidir. Lakin daha da önemlisi Meslek Liselerini de kapsayan genel ahlaki çöküştür.

Sayın Özer’in eğitime dair dikkati daha çok mesleki eğitim alanına odaklanmış görünüyor. Sayın Bakan ilk andan itibaren ne yaptığını bilen, alana hâkim ve pratik bir kişilik izlenimi bırakmaya çalışıyor. Fakat bu durum hatalar yapmasını önleyemiyor. Örneğin eğitim alanında bir türlü çözülemeyen sorunlar dolayısıyla Bursa basınında yoğun olarak eleştirilen bir ismi ekibine alıp Ankara’ya taşıması, bu ismin yerine atadığı il müdürünü 20 gün sonra görevden alması, birkaç istisna dışında mesleki eğitimden gelen isimleri öncelemesi, Milli Görüş kökenli bürokratları görevden alması Sayın Bakanın dar alanda kısa paslaşmalar yaptığını gösteriyor. Daha da vahim olanı paradigma değişikliği adına geciken her adım eğitimimizin geleceği adına ümitlerimizi kırıyor. 20. MEB Şûrası bu durumun bir yansımasıdır. Şu halde görüntüde değişiklikler var gibi görünse de Ziya Selçuk döneminin devam ettiğini söyleyebiliriz. “Önce İnsan, Önce Tarih, Önce Şuur, Önce Ahlak ve Maneviyat” demeyen bir yaklaşım sorunların etrafından dolaşmayı tercih ediyor demektir. Sorunumuz gün gibi ortadadır. Sorunumuz profan eğitim anlayışıdır. Çözümü ise tarihimize ve değerlerimize dönmektir.