İçerisinde yaşadığımız toplumun / cemiyetin önemli bir kısmı bazı meselelerdeki hassasiyetini kaybetti. Bazılarımız da kimi kavramı abarttığı ve kutsadığı için anlam kaybına uğrattı. Eskilerin ifadesiyle “ifrat ve tefrit” -müspet ve menfi anlamda aşırı gitmek- sınırlarında mesai harcamak! Her ikisi de değerler hiyerarşisini kemiriyor.

Vatan, millet, kelime ve kutsal kavramları dijital çağ neslinde gittikçe anlamını kaybediyor. Fransız İhtilali ile yeniden tarif edilen vatan, ulus ve millet kavramları; başta Fransa olmak üzere dünyadaki pek çok ülkede krallıkların dağılmasına ve çoğunlukla aynı/benzer dil konuşanların küçük devletler kurmasına imkân sağladı. Bu etkinin en belirgin bir biçimde uygulama alanı bulduğu coğrafya, bizim coğrafyamızdı. Osmanlı bakiyesinden 30-40 devlet doğdu ve bunların önemli bir kısmı etnik dil aileleri ile sınırlı kaldı. Bu açıdan baktığımızda kimlik ve aidiyetin en belirleyici unsuru olarak dil ile karşılaşıyoruz. Dil ayrıştırıcı ve ötekileştirici olduğu ölçüde birleştiricidir de. Müslüman dünya, dini merkeze alan bir millet tarifiyle ‘birlik fikrini’ önemli ölçüde koruyabilmiştir. İnanç, inanmışların üst-ortak kimliği olarak kardeşlik hukukunu karındaşlık hısımlığının önüne geçiren bir etken oldu. Vatan fikrinde olduğu gibi inançta ve inanmışlıkta maruz kalınan aşınma neticesinde de lehimize olan ortak değerleri kaybettik.

Kültür ve kültüre ait değerler, üretilen bilgi ve yorumlar, dine yaslanan kimi ekollerin dinin yerine ikame edilmesi ve her bir ferdin kendi meşrebini ‘asıl’ kabul edip kutsaması aynı inanç mensupları arasında da telifi mümkün olmayan ayrışmalara sebep oldu. Her küçük topluluk, toplumun öteki kısmını oluşturanları ötekileştirerek; ötekileştirdiğinin ötekisi oldu. Hatta dini ve inanç sistemini kavramsallaştıran ortak dil de bu karmaşada kaybolmaya başladı. Bu inanç kümelerine ait küçük dindar cemaatlerin her biri kendilerine ait bir jargon üretmeye başladı ve ortak dil kaybolunca birbirini anlama imkânları da ortadan kalktı.

Meselenin anlaşılması için ‘kutsal’ kelimesini kısaca tartışmaya çalışalım. Kutsal nedir? Ne, neye ve kime nispetle kutsaldır? Yaratılmışları kutsal kabul etmek mümkün mü? “Ölümü tadan” varlığın gömüldüğü mezarı kutsayanın kutsalı, kutsal mı? Kâbe örtüsüne tutunup dua eden, kutsal ve ayrıcalıklı bir bez parçasına mı tutunmuştur? Soruları olabildiğince çoğaltmak mümkün. Peki kutsal nedir? Sözlük kutsal kelimesini "dinî bir saygı uyandıran, kutsî, mukaddes; üzerine saygı ile titrenen, korunması gereken; Tanrı’ya ait olan: kutsal kitap” şeklinde tarif ediyor. Burada Sokrat’ın meşhur sorusunu soralım: “Tanrılar kutsal şeyi, kutsal olduğu için mi sever; yoksa o şeyi tanrılar sevdiği için mi o şey kutsaldır?” Bu soruyu Müslümanlar “Allah, kutsal kitabı aracılığıyla hiçbir varlığa ayrıcalık ve üstünlük tanımadan insanlara kelimeleriyle öğretti. O’nun kitabı dışında kutsanan ve değer atfedileni kutsal kabul etmeli miyiz?” Hayır!

Kimi insanları, mekânları, metinleri, deyişleri, şiir ve mesnevileri kutsal kabul ederek kutsalı iğfal aracı edinenlerle aynı cehalet düzeyinde durmamak için kültürel olanı kutsal olandan apaçık ayrı tutmak gerek. Tarih, tarihin farklı kesitlerinde gereğinden fazla kutsal kabul adilmiş mezar, anıt ve sütunların kalıntıları ile doludur. Yaşadığımız çağda birincil kaynaklara dönerek kavramlarımızı güncellemek ve meselelerimizi öncelikle doğru anlamak biricik görevimizdir. Daha net bir ifade ile mezhep, meşrep ve klikleri aşan bir anlayışla ve üretilen algı alanına saplanmadan Kuran’ın başlangıç suresini yorum ve aşırı yoruma ihtiyaç duymadan hepimiz aynı anlam alanında kalarak anladığımızda mesele çözümlenecektir. “Yalnız Sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz” (Kur’an: 1-5) ayetinden anlamamız gereken, bize aracı olsun ve isteklerimizi ‘uygun bir lisanla’ iletsin diye Allah’ın yeryüzünde kutsal bir aracı tayin etmediğidir. Başka türlü anlayan ve aşırı yorumla söyleneni anlamından kopararak beşerî ve maddî kutsallıklar ihdas edenlerden olmamak için de “De ki: O, Tek Allah’tır: Allah, Öncesiz ve Sonrasız, Bütün Evrenin Asıl Sebebi. O doğurmamıştır, doğurulmamıştır ve hiçbir şey O’na denk tutulamaz" (Kur’an: 112/1-4) ayetlerini zihin dünyasında hep aktif tutmalıdır.