Bu sabah, dün geceyi henüz bitirip bitirmediğimden emin olamadan, yarım saat, bir saat uykuyla sabah sayımına uyandım.

Sayım diyorsam; bütün kötülüklerin anası Balkanlar’a yakın burada, Silivri’de “Hava kurşun gibi ağır” avlu duvarına dizilmişiz, “1, 2, 40, 44 son!” hikâyesi.

Sayımdan sonra yine uyuyamadım ve yanı başımdaki Üstad’ın cezaevi günlerini anlattığı ‘Cinnet Müstatili’ni okumaya başladım. Aklıma sen geldin yine okurken.

“Kırk küsur yıllık hayatımda gecelerin en işkencelisi, beni bu sabaha, hapishaneye girdiğim sabaha bağlayan gecedir. Evimde geçirdiğim o son gece… Kararım hazırdı: sabahleyin erkenden Kadıköy Savcılığı’na gidip, ‘Buyurun, hapsedilmeye geldim’ diyecektim. Bunu bile bile geçirdiğim son gece… Tepeden inme, habersiz gelen facialar mı tesirlidir; şuurla, adım adım biline biline gelenler mi? Ayırt edemiyorum.

Derdimi hiç kimseye sezdirmeden, ertesi sabah hapsedilecek olan babalarının halinden çocuklarıma hiçbir şey koklatmadan, evimin yatağında sabaha kadar uyanık geçirdiğim 11-12 Aralık gecesini unutabilir miyim?

Nur yüzlü oğlum Mehmed’in ‘Baban yarın Ankara’ya gidiyor’ sözüne karşı, yatağın içinde arkasını karyolasının demirine yaslayıp korkunç bir şüphe sükûtiyle duruşu! Unutturma Allah/ım!

O gece karanlık üstüne karanlıktı. Parasızlıktan, ani ve garip bir şekilde geliveren birkaç yüz liralık elektrik ücretini ödeyememiştim.

 Hapishane müjdesi olarak, hapse girmeden tam bir gün evvel evimin elektrikleri kesilmişti.

Gece hafakanlar içinde, vaziyeti unutup da elektrik düğmesini çevirdiğim zaman, korkunç bir ‘tık’ sedası duydum. Peşinden ikinci bir uykusuzun, çilekeş kadının sesini işittim;

-Bilmiyor musun, kestiler ya bugün elektriği?

-Ha, öyle ya, unutmuştum. Uyuyalım.

Ve ikimiz de birbirimize karşı uyku taklidi yaptık.”

Neyse ki Üstad’ı ‘Din Propagandası’ yapmakla içeri atan zihniyet, beni avukatların bir türlü bozmayı başaramadığı, on üç yıl evvel, ödeyemediğim birkaç yüz liralık elektrik faturası nedeniyle elektriği kesmeye gelen memura, rica edip kağıt üstünde kestirdiğim, sonra ihmal ya da imkansızlık nedeniyle ödemediğim fatura ve birkaç gün sonra tekrar gelen memurun yine kağıt üstünde yaptığı ‘Mühür Bozma’ tutanağına attığım imza nedeniyle buraya tıktı.

Keşke diyorum bazen, “Daha yüksek şeyler için tıkılsaydım buraya!”

“Bana kalırsa zindan adamının en acıklı anı sabahleyindir. Gözlerini açar açmaz idrak ettiği an… Eşya ve hadiseleri yerli yerine koymak için biraz zahmet çeken şuuru, hemen kıvamını buluyor ve şu sözü söylüyor;

Uyandın! Hapishanedesin! Daha 9 ay, 7 günün var! Unutmak istiyorsan tekrar uyu!

Fakat ne mümkün, uyku size hakkınızı teslim etmiş bir fırın gibi artık hiçbir lokma vermez. Unutma unutkanlık ekmeği bu kadardır, yenmiş ve bitirilmiştir.

Bu hal ana prensiplerimizden biri olan ruhçulukta ne haklı olduğumuzu gösterir. Öyle ya hapsedilen, edilebilen maddemizdir, ruhumuz değil ki… Burada maddelerimizle beraber ıstırap çeken ruhumuz, vücudumuza taallukundan, ona mahkûmiyetinden çekiyor bu acıyı… Fakat uyku basınca, ruh da basıp gidiyor. Sen burada istediğin kadar pinekle; o ne kilit dinliyor, ne duvar, ne zincir…

Bir de uyanınca: eyvah; maddenin bütün sefaleti ve onun üstünde tükenmeye memur ruhun bütün acısı meydana çıkıyor…”

Evet uyandım! Hapishanedeyim! Daha 4 ay, 20 günüm var. Unutmak istiyorsan tekrar uyu!

Fakat ne mümkün…

Sayımdan sonra Üstad’ı elinden ve dilinden düşürmeyen dostum Savaş’la çay cıgara içiyoruz. Bir yandan sabah ajansları için gözümüz televizyon ekranına kayıyor.  

İsmail Küçükkaya’nın misafiri Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin uysal. Ne konuşuyor Gültekin, duyamuyorum. Kamera arada ekranı ikiye bölüyor, Gültekin’in arkasında sağ yan rafta bir Atatürk büstü. Bir büst, bir Gültekin… Bir Gültekin, bir büst. Kamera ne yaptığının farkında, bir İsmail, bir Gültekin, sağ yanda Atatürk büstü.

Ne konuşuyorlar duymuyoruz. Duysak ne olacak Fox TV, hep o malum mavralar.

Fox için hakikat ya da daha doğrusu hakikat arayışı kesinlikle önem taşımıyor.   

Biz yine İsmail’e dönelim, yok Gültekin’e, Gültekin’in sol yanındaki pardon, orada İsmail vardı, sağ yanındaki Atatürk büstüne dönelim. Kamera ekranı yine ikiye böldü. Bir yanda İsmail Kücükkkaya, diğer yanda Gültekin, Gültekin’in sağ arkasındaki rafta bir Atatürk büstü. Büstte duralım. Kameraman da duruyor zaten.

Oğlum kameraman az daha zumla büstü. Sağ alt kısmında yazılı yeri zumla evladım. Hah, dur! Oku bakim. Dur ben okim; “27 Mayıs Hatırası”

27 Mayıs Darbesiyle idam ettikleri Menderes’in idamını meşrulaştırmak için darbecilerin promosyon olarak halka dağıttığı Atatürk büstünü…

Aklıma 28 Şubatçıların Çiller’in karşısına koydukları Menderes fotoğrafı geldi Gültekin’in sağ yanında 27 Mayısçıların büstünü gördüğümde.

Seni özlüyorum Recep Abi, çayları söyle sen, üç vakte kadar gelirim ölmezsem.

Dostlara selam ederim…

11.01. 2022

Silivri Cezaevi

Nevzat ONMUŞ

Diriliş Postası kantin listesinde var lakin henüz ulaşamadım. Elbet bir gün…

***

Not: Pazar günkü test sorusunun cevabı: C