George eğitimli ve kendine güvenen, zeki ve yakışıklı bir genç yetişkindi. 3 ay sonra Kore'deki bir savaşa katılmak üzere vatanı İngiltere’den ayrılmak zorundaydı. Hiçbir şey gözünü korkutmasa da ülkesinden ve ailesinden ayrı kalma düşüncesi ona çok zor geliyordu. Kafasını dağıtmak için bir kütüphaneye girdi, raftan bir kitap alıp okumaya başladı. Çok etkileyici ve harika temalara değinen bir kitaptı. Daha güzel olan bu kitabı kendisinden önce okuyan kişinin bazı yerlere harika notlar almış olmasıydı. Bu notlar George’u derinden etkilemekte ve sarsmaktaydı. Çok merak etti, kim olabilirdi bu harika kişi? Muhakkak çok entelektüel ve eğitimli birisi olmalıydı.

Daha fazla dayanamayıp kütüphane görevlisinin yanına gitti. Bu kitabı daha önce okuyan kişinin kim olduğunu ve adres bilgilerini bir şekilde öğrendi. Elizabeth isimli bir kadındı, hemen ona bir mektup yazmaya karar verdi. Şu satırları döktü kağıda: “Bugün halk kütüphanesinde bir kitap okudum. Kitapta sizin düştüğünüz notlar beni çok etkiledi, size karşı hayranlık duymama neden oldu. 3 ay sonra Kore’ye savaşmaya gidiyorum, sizin için de uygunsa sizinle tanışmak ve mektuplaşmak istiyorum. Cevabınızı büyük bir sabırsızlıkla bekliyor olacağım”

Üç gün sonra beklediği olumlu cevap geldi. Ve kısa sürede art arda birbirlerine mektuplar yazmaya başladılar. Her mektupta birbirlerini daha iyi tanıdıklarını düşündüler ve birbirlerine duygusal anlamda yakınlık hissetmeye devam ettiler. Artık daha samimi duygularını yazmaya başlamışlardı mektuplarda.

Haftalar bu şekilde gelip geçti sonunda George en son yazdığı mektupta, Elizabeth’e, “artık senin için de uygunsa yüz yüze görüşelim ve eğer kabul edersen bana resmini gönderebilir misin” dedi. Elizabeth gönderdiği mektupta şöyle dedi: “Tamam George buluşalım ama sana resim göndermeyi uygun bulmuyorum. Resmin ne önemi var ki, bizi asıl ilgilendirmesi gereken şey yüreklerimiz değil mi? Lütfen Salı günü saat 12’de tren garına gel, orada yakama kırmızı bir gül takmış olarak seni bekliyorum.”

Beklenen gün nihayet geldi. George garda uzun boylu, son derece güzel giyimli bir kadın gördü. Kadınla göz göze geldi ama hayır Elizabeth bu olamazdı, çünkü yakasında kırmızı gül yoktu. Tam kadının yanından geçerken kadın ona “Merhaba sizi bir yerden tanıyorum konuşabilmemiz mümkün mü” dedi. George afallamıştı, ne cevap vereceğini bilemez bir durumda iken birden bayanın arkasından gara giren suratsız, dağınık saçlı ve pejmürde bir kadın gördü. Aman Allah’ın yakasında kırmızı bir gül vardı, Elizabeth bu kadın olmalıydı.

George ters düz olmuştu, az önce şu ana kadar gördüğü en güzel kadınla tanışma imkânı varken şimdi de yüreğinde aşk duyduğu Elizabeth ona doğru yaklaşmaktaydı. Kendini toparladı ve yanında duran dünyalar güzeli kadına “hayır hanımefendi ben başka birisini bekliyorum” diyerek hızlıca Elizabeth’e doğru ilerledi. George’un elinde onunla tanışmasına vesile olan o harika kitap vardı. Elini kadına doğru uzatıp “Merhaba Elizabeth, ben George” dedi. Kadın “Pardon ben Elizabeth değilim” dedi. George’un dili damağı kurumuştu. “Nasıl olabilir mektupta yakama kırmızı bir gül takacağım demiştin ve işte yakanda kırmızı gül” dedi. Kadın şunları söyledi: Az önce buradan geçen kadın yakama bu gülü taktı ve bana “Bu hayatımın sınavı ne olur bana yardımcı olun, yanınıza gelen adama onu gar çıkışındaki kafede beklediğimi söyler misiniz dedi. Elizabeth sizi çıkışta bekliyor.” Bir kez daha samimiyet, dürüstlük ve kanaat kazanmıştı.

İşte böyle dostlar, biz bazen dış görünüşe çok fazla önem verip asıl önemli olan iç güzelliğini ihmal ediyoruz. Dış görünüş kıyafet iç dünya ise hılk yani karakterdir. Siz hılka önem verin her daim kazançlı olursunuz. Böylece bir güzel deyimin gizemini de çözmüş olduk.

Selametle…