YTB, yurt dışında yaşayan vatandaşlardan sandıklarından çıkardıkları fotoğrafları ve göç hikâyelerini kitaplaştırdı. YTB Başkanı Eren, “Bizim için ‘Sandıktaki Fotoğraflar’ isimli çalışmamız çok kıymetli. Avrupa’daki vatandaşlarımızdan sandıktaki fotoğraflarını çıkartarak bize göndermelerini istedik. En güzellerine ödül verdik. Bu fotoğrafların hikâyelerini de yazmalarını istedik. Bu eser ortaya çıktı. Devam ettireceğiz.” dedi.

Röportaj:

Diriliş Postası Ankara Temsilcisi Seda Şimşek

YTB ve TFF işbirliğiyle yeşil sahalardan da ırkçı saldırıya yönelik tepkiler geldi. Hanau’daki ırkçı saldırının olduğu hafta oynanan derbi maçlara dört büyük takım futbolcuları ellerinde ‘‘Yeter Artık – Es Reicht ve #Hanau’’ yazılı pankartlarla çıkarken, tribünlerden de saldırıyı lanetleyen mesajlar paylaşıldı. Tepkiler maç saatinde ekranlarda ve sosyal medyada da geniş yer buldu.

YTB Başkanı Abdullah Eren

YTB Başkanı Abdullah Eren, YTB’nin yürüttüğü çalışmaları Diriliş Postası’na anlattı:

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar (YTB) Başkanı Abdullah Eren, 6 Nisan 2020’de onuncu yaşını kutlayacak olan YTB’nin yurt dışında ve gönül coğrafyasında gerçekleştirdiği faaliyetleri büyük bir heyecanla anlattı. Eren, Almanya’nın Hanau kentinde gerçekleşen saldırıyı, özellikle Avrupa’da 11 Eylül sonrasında gün yüzüne çıkmaya başlayan ve giderek yükselen nefret söylemenin son yansıması olarak görüyor ve radikalleşen bireylerin birer kamikazeye dönüşerek ırkçı saldırılar gerçekleştirdiklerine dikkat çekiyor.  Eren, Avrupa’ya çalışmak için 1960’lı yılların başında giden Türk vatandaşlarının, üçüncü ve dördüncü nesilleri ile birlikte anavatanlarına destek veren, aidiyet duygusu gelişmiş, kimlik, siyasal ve kültürel bilince ulaşmış bir Türkiye diasporasının oluştuğunu söyledi.

Eren ile YTB’nin yurt dışında gerçekleştirdiği çalışmalardan  Avrupa’da yükselen ırkçılığa, gençlik daireleri tarafından ailelerinden alınan çocuklardan gönül coğrafyamızda artık markalaşan YTB Türkiye Bursları ile Türkiye’ye gelen öğrencilere kadar hemen her konuyu konuştuk:

YTB Başkanı Abdullah Eren ve Seda Şimşek (solda)

YTB’yi tanıtmak gerekirse?

Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Türk Dış Politikası’nda çok önemli bir görevi ifa ediyor. Bizim faaliyet alanlarımızı, üç ana kategoriye ayırabiliriz. Vatandaşlık bağı temelinde bir diaspora kurumuyuz. Kültürel bağ zemininde soydaş ve akraba topluluklarımıza hizmet kurumuyuz, sınırımız dışında kalan çok fazla sayıda akraba topluluklar, Türkçe konuşan topluluklar, Türkmenler, Türk soylular var. Bu toplulukların Türkiye ile geçmişten gelen bağlarını tekrar canlandırmak ana gayemiz. Sempatik bağ tabanı ile de gönül coğrafyamızdan, dünyanın çok farklı ülkelerinden gelen uluslararası öğrencilerimizle gençlerimizle buluşuyoruz.

ESKİSİNDEN ÇOK DAHA GÜÇLÜ BİR TÜRKİYE DİASPORASI VAR

– Türkiye’nin diaspora oluşturma çabaları ne aşamada?

Biz aslında diaspora kurumuyuz. Türkiye’nin diaspora stratejisinin kurgulandığı, faaliyetlerin uygulandığı, diğer kamu kurumları tarafından diasporamıza yönelik çalışmaların koordinasyonunun sağlandığı yer burası. Bizim için diaspora denilince aklımıza, 1960’lardan sonra yurt dışına giden ve orada bugüne kadar kalan üçüncü, dördüncü nesle ulaşan, sayıları tüm dünyada 6,5 milyonu bulan Türk diasporası geliyor. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın Türkiye’ye, Türk kültürüne, Türk diline olan aidiyetlerini ve anavatana olan bağlılıklarını devam ettirmeleri, bulundukları ülkelerde hak ettikleri biçimde temsil edilmelerini temin etmek için çalışmalar sürdürmeye gayret ediyoruz. Dünyanın neresinde olursa olsun, vatandaşlarımız neredeyse onların yanındayız. Vatandaşlık bağı temelinde bir diaspora politikamız var.

YTB, yurt dışında yaşayan vatandaşlardan sandıklarından çıkardıkları fotoğrafları ve göç hikâyelerini kitaplaştırdı. YTB Başkanı Eren, “Bizim için ‘Sandıktaki Fotoğraflar’ isimli çalışmamız çok kıymetli. Avrupa’daki vatandaşlarımızdan sandıktaki fotoğraflarını çıkartarak bize göndermelerini istedik. En güzellerine ödül verdik. Bu fotoğrafların hikâyelerini de yazmalarını istedik. Bu eser ortaya çıktı. Devam ettireceğiz.” dedi.

  – Yani, artık “Türkiye’nin de diasporası var” diyebilir miyiz?

– Türkiye’nin diasporası ve Türk dünyası diasporası olmak üzere iki farklı diasporadan bahsetmemiz gerekiyor. Avrupa’ya çalışmaya giden, bulundukları ülkelerin çok farklı kesimlerinde, siyasetten sivil topluma, akademiden ekonomiye kadar katkı sağlayan, bir kimlik ve kültür bilincine sahip bir Türkiye diasporasından yavaş yavaş bahsetmeye başlıyoruz. Bizim kurumumuzun ana amacı da güçlü bir diaspora oluşturmak. Bugün Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın farklı ülkelerinde çok önemli iş insanlarımız, sayıları binleri bulan şirketlerimiz var, bu ülkelere milyarlarca dolar katkı sağlıyor, binlerce istihdam oluşturuyorlar. Türkiye diasporası kimlik, siyasal ve kültürel bilinci de son zamanlarda kazanıyor. Avrupa’da zenofobik, İslamofobik, bilhassa son 10-15 yıldır ötekini dışlayan ve maalesef Türklere de yönelen, çoğu zaman da eyleme dönüşen bir nefret söylemi var. Bir kimlik krizi yaşayan Avrupa’da, kendi tarihiyle, kültürüyle, anavatanıyla ilişkilerini sağlam kuran, bulundukları ülkelerin de kimlik krizini aşmalarını sağlayacak, eskisinden daha güçlü bir Türkiye diasporasından artık bahsedebiliyoruz. YTB de güçlü bir diaspora oluşturulması için çok farklı alt başlıklarda programlar düzenliyor. Öncelikle Türkçe’nin devam ettirilmesi için sivil toplum kuruluşlarına desteklerimiz var. Hafta sonu okulları, çift dilli eğitim destekleri ile bunu sağlamaya çalışıyoruz. Türk kültürünün taşınması, gelecek nesillere aktarılması için derneklerimizi, STK’ları teşvik ediyor, onlara proje destekleri veriyoruz.

TÜRK DÜNYASI DİASPORASI DA OLUŞUYOR

-Ayrıca Türk dünyası diasporası da oluşturabildi mi?

Büyük bir medeniyetin varisleri olmamız hasebiyle, Türkiye sınırlarının dışında kalan, Türkçe konuşan topluluklar, Balkanlar, Türk Cumhuriyetler, Türk soylular var.  Tabii ki bir Türk dünyası var, o Türk dünyasının da bir diasporası var. Türkçe Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi içinde bir diaspora platformu oluşturuldu. Geçen sene Türkiye’de Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan gibi kardeş ülkelerin diasporalarından sorumlu bakanlar ve kurum başkanlarına ev sahipliği yaptığımız bir toplantı yaptık. Evet, bir Türk diasporası, Türk dünyası diasporası da oluşmaya başlıyor.

AVRUPA’DA SALDIRILARIN TAKİBİNİ YAPACAK GÜÇLÜ YEREL BAĞIMSIZ YAPILARA İHTİYAÇ VAR

-Avrupa’da Türklere yönelik saldırıların arttığı tespiti yapılıyor, doğru mu?

-Vatandaşlarımız çok fazla saldırıya maruz kalıyor. 2018 ve 2019’da Avrupa’da vatandaşlarımıza yapılan saldırıları bir rapor haline getirdik. Cumhurbaşkanımız, Almanya Başbakanı Merkel ile görüşmesinde kendisine Almancasını vermişti. Sadece 2018 yılında açık kaynaklardan takip edildiği kadarıyla yurtdışındaki vatandaşlarımıza yönelik 128 saldırı gerçekleşti, Barış Pınarı Harekâtı sonrasında saldırıların 700’ün üzerinde olduğunu tespit ettik.  Bu sayının aslında nefret suçu olup öyle görünmeyen saldırılarla birlikte daha da yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Vatandaşlarımızın saldırılara uğradıklarında bulundukları ülkelerin iç hukukunu zorlamaları lazım, bunun için birtakım hukuki destekler, teşvikler ve insan hakları ve savunuculuk gibi eğitimler veriyoruz. Maalesef bu saldırıları çok iyi bir şekilde listeleyemiyoruz. Avrupa’nın tamamında yapılan bütün saldırıları listelemiş olsak sayının 10 binleri bulacağını düşünüyorum. Biz bu saldırıları fotoğraflarıyla kitaplaştırıyoruz. Avrupa’da yerel olarak bu saldırıları takip edecek, listeleyecek ve ilgili makamlar nezdinde raporlar halinde yayınlayacak, Avrupa’nın ilgili kurumlarında bunların takibini yapacak güçlü yerel bağımsız yapılara ihtiyacımız var. Vatandaşlarımızın mutlaka kendilerine yapılan saldırıları, “bundan bir sonuç çıkmaz” diye düşünmeden raporlamaları ve bunların takip edilmesi lazım. Onlarca davaya hukuki destek veriyoruz. Bu hukuki desteklerin önümüzdeki yıllarda kurumsal bir yapıya da dönüştürülmesini umut ediyorum.

RADİKALLEŞEN BİREYLER KAMİKAZELEŞİYOR

– En son Almanya’nın Hanau kentinde, 4’ü Türk 9 kişinin hayatını kaybettiği ırkçı terör saldırısı gerçekleşti. Saldırı sonrası siz de Hanau’ya gittiniz.

-Öncelikle yaşanan saldırıda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılar için acil şifalar diliyorum. Bizler de YTB olarak gerek kurum gerekse kurum başkanı olarak ben, ilgili arkadaşlarımızla Hanau’da vatandaşlarımızın yanındaydık. Cumhurbaşkanımız da hayatını kaybeden vatandaşlarımızın aileleriyle ve yaralı vatandaşlarımızla ziyaretlerimiz esnasında bizzat görüştüler. Türkiye’nin, anavatanın her zaman yanlarında olduklarını hem ifade ettiler hem de hissettirdiler. Vatandaşlarımız için Hanau’da düzenlenen cenaze namazında binlerce kardeşimizle beraber saf tuttuk. Bunun yanında cenazesi Türkiye’de defnedilen vatandaşlarımız oldu. Çorum’da vatandaşımızın cenazesine katıldık. Yine Hanau’da on binlerle birlikte katıldığımız, Türk ve Alman toplumlarının ırkçılığa ve aşırıcılığa karşı birlikte düzenlediği bir yürüyüş oldu. Bu yürüyüş çok anlamlı ve dikkat çekiciydi.

-Avrupa’da neler oluyor?

– Gerçekleşen bu kalleş saldırı, Avrupa’da giderek artan ırkçı ve yabancı karşıtı tutumun son yansıması. Bu saldırı birdenbire ortaya çıkmadı, beslendiği bir nefret ortamı ve geçmişi var. Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde siyasi zeminde de karşılık bulan ortamın ortadan kaldırılması gerekiyor. Saldırının gerçekleşme metoduna baktığımızda, oluşturulan nefret ikliminden beslenen bireyler radikalleşerek tıpkı Norveç’te ve Yeni Zelanda’daki saldırılarda olduğu gibi adeta bir kamikaze misali ırkçı saldırılara yöneliyor. Dolayısıyla her an birinin çıkıp ırkçı bir saldırıda bulunma riski doğuyor. Bu da toplumu büyük bir endişe ve korku psikolojisine itiyor. Huzur ve güvenlik algısını ortadan kaldırıyor. Bu durumun çok tehlikeli olduğu aşikâr. Almanya Solingen ve NSU gibi kötü bir ırkçı saldırı geçmişine sahip. Almanya’nın Hanau Saldırısı’na yönelik yaklaşımı elbette anlamlı ve değerli ancak bu hassas tutumu maalesef NSU gibi daha önce yaşanmış saldırılarla ilgili soruşturma ve yargı süreçlerinde aynı oranda göremedik. Almanya’nın olayın ilk anında sergilemiş olduğu tutumu, olayın yargı boyutunda da göstermesi önemli. Toplumumuzun da bu sürecin takibini profesyonel bir şekilde yapması lazım. YTB olarak uzun yıllardan beri yurtdışındaki vatandaşlarımıza yönelik insan hakları ve savunuculukla alâkalı çalışmalarımız var. Bu çalışmaları daha da arttıracağız. Zira bu alanda ciddi bir bilinçlenmeye ve kolektif bir şekilde hareket etmeye ihtiyacımız var.

11 EYLÜL’DEN SONRA ÖNYARGI TOPLUMSAL TABANA YAYILDI

-Özellikle Avrupa’da yükselen İslamofobi ve Türkiye karşıtlığını siz nasıl okuyorsunuz?

-Maalesef çift kutuplu dünya, soğuk savaş sona erdikten sonra süreç batı ekseninin mutlak hâkimiyeti ile bitti gibi göründü fakat uluslararası sistem, devamlılığını ve meşruiyetini sağlayabilmek için bir diğerine, ötekine ihtiyaç duyuyor. Her ne kadar çok parçalı gibi gözükse de, köklü geçmişi, medeniyeti ve tarihi ile mevcut paradigmaya meydan okuyabilecek, en azından okuma ihtimali olan İslâm dünyası var. Özellikle 1990’lar sonrasında yeniden kurgulanan uluslararası sistemde Müslümanların, İslâm dünyasının hedefe konulduğunu görüyoruz. 11 Eylül tarihi bir dönüm noktası oldu. 11 Eylül’den sonra dünyada bilhassa Batı’da yaşayan Müslümanlara karşı ön yargı toplumsal bir tabana yayılmaya çalışıldı. Sokaktaki insanın zihninde, İslâm ve Müslümanlar için teröre ilişkin ne kadar imgelem varsa çağrıştırılmaya çalışıldı. 11 Eylül’ün oluşturmuş olduğu bu zemin üzerinde tabii ki 2000’li yılların ortalarında Avrupa başkentlerinde, Paris’te, Londra’da patlayan bombalar, maalesef nefreti körükledi ve toplumsallaştırdı. Avrupa’nın 2008 yılında içine düşmüş olduğu ekonomik kriz de toplumsal krizi tetikledi. Suriye’den, Afganistan’dan, Pakistan’dan Avrupa’ya mülteci akını, mülteci krizi de bir başka korkuyu tetikledi. Avrupa’nın içine girmiş olduğu kimlik krizi, Avrupa’nın geleceğine ilişkin belirsizlikler maalesef Müslümanlara ve 60 yıldır Avrupa’da çok başarılı bir entegrasyon örneği sergileyen ve bulunduğu toplumlara katkı veren Türklere de haksız bir şekilde saldırılara dönüştü.

AİLE BÜTÜNLÜĞÜNÜN KORUNMASI YILI

– Almanya gibi ülkelerde Gençlik Daireleri tarafından ailelerinden alınan çocuklar var, bu çocuklar asimile mi ediliyor?

– Bu çok hassas ve uzmanlıkla yaklaşılması gereken bir konu. Aile bütünlüğünün korunması çok önemli.  Almanya’da belediyelere bağlı gençlik daireleri, ailelerin çocuklara nasıl muamele ettiğini takip ediyor. Çocuğun kendisinin veya ailenin çocuğa kötü muamele ettiğine ilişkin dışarıdan, okuldan veya komşulardan bir beyan varsa bunu takip eden ve çocuğa ailenin bakamayacağına kanaat getirirse aileden çocuğu alıp, o çocuk ergenliğini tamamlayana, reşit olana kadar belli imkânları sağlayan bir mekanizma. Fakat bazı gençlik dairelerinde, özellikle Almanya’da Türk çocuklara ve Müslüman çocuklara mevzuatı ve kanunları zorlayarak uygulamaya çalışıldığına ilişkin örnekleri görüyoruz. Haksız alımlar söz konusu. Fakat diğer yandan toptancı bir yaklaşımla “Tüm çocuklar Hristiyanlaştırılıyor” dememek lazım, dosya dosya tekil olarak ele almak lazım. Ailelerden alınan çocukların verilen mücadele sonrası geri alınmasına dair örnekler de bulunuyor. Bu bir dizi safahat içeriyor. Bir çocuk ailesinden alınmadan gelen uyarı ile başlayan, çocuk alınırsa mahkeme süreci ve vasilik, gönüllü ya da koruyucu aile belirlenmesi kadar giden bir süreç. Bütün bu süreçlerde ailelerimizi destekleyen derneklerimiz var ama ailelerin bilgilendirilmesi için bu derneklerin sayılarını artırmamız gerekiyor.

GÖNÜL COĞRAFYASINDAN YTB BURSUNA 150 BİN BAŞVURU

– Türkiye’nin sınırları ötesindeki gönül coğrafyasına yönelik YTB neler yapıyor?

-Dünyanın çok farklı ülkelerinden Türkiye’ye öğrenciler eğitim için geliyor. 1992’de başlayan fakat 2011’den itibaren “Türkiye Bursları” adı altında kurumumuz tarafından kurumsal bir kimlikle onlara burs veriliyor. Bir öğrencinin Türkiye’ye geldiğinde havalimanında karşılanması, yurda yerleştirilmesi, sağlık sigortası, üniversite harcı, aylık bursu, mezun olması ve ülkesine dönmesine hatta mezun derneğimize üye olmasına kadar bir süreç bizim tarafımızdan koordine ediliyor. Bursları bir strateji çerçevesinde, hem Türkiye’nin hem burs verilen ülkelerin ihtiyaçlarına göre veriyoruz. Türkiye’nin son yıllarda önem verdiği sanayi ve teknoloji gibi alanları da burs stratejimize uygun hale getirmeye çalışıyoruz. Geçen sene 150 bin başvuru aldık, Afganistan’da 5 bin 600 kişiye yazılı sınav yaptık. Bu sene tüm mülakat yaptığımız yerlerde, mülakat öncesi bir yazılı sınav yapacağız. Türkiye’nin imkânları çevresinde en iyi öğrencileri Türkiye’ye çekmek, Batıdan da daha fazla öğrenci almak istiyoruz. Biz sayı obsesif değiliz, niteliğe bakıyoruz. Burs verdiğimiz öğrenci sayısını belli aşamalarla (sınav vs) sınırlayacağız ama kaliteyi önceleyeceğiz. Şu anda dünyanın farklı yerlerinde Türkiye’den mezun olan meclis başkanları, bakanlar, milletvekilleri, özel sektör temsilcileri var. Türkiye’nin gönül elçilerini artırmak istiyoruz. Türkiye bursları, Türkiye’nin göğsünü kabartacak önemli bir marka. Türkiye bursları kapsamında şu an 17 bin öğrencimizle sempatik bağ kuruyoruz. “Gönül coğrafyası” diye ifade ettiğimiz coğrafya, güç denkleminde belki başka bir ülkeye nasip olmayan bir kavram. Ülkelerde siyasi iktidarlar değişebilir, önemli olan hakların gönlüne girmek. Cumhurbaşkanımız pek çok ülkede halkların gönüllerini fethetmiş durumda. Bizim yapmamız gereken gönül coğrafyasında bize olan bu teveccühü somut işbirliklerine çevirmek. 2020’de Suriye’de Azez ve Afrin’de kültür merkezleri açacağız. Gönül coğrafyamızda 30’a yakın mezun derneği kurduk. Sözlü tarih, envanter çalışmaları, anma programları var. Çok sayıda yayın ve kültürel faaliyet gerçekleştirdik.