Ebru Okanlar / Mülâkât

Pandeminin hayat koşullarımızı değiştirdiği bu zamanda yeni normal düzeni kurmaya çalışırken Kovid-19’un etkilerini azaltmaya çalışıyoruz. Virüsle başa çıkmada en önemli yöntem olan aşı ve güvenilirliği tartışma konusu olmuş durumda. Bilimsel açıklamaların dışında toplumu uyaran komplo teorileri ise süreci daha da karmaşık bir hale getiriyor. Aşıyla ilgili konuşulması gereken meseleleri Prof. Dr. Osman Erol Hayran anlattı.

Dünya genelinde aşılanma düzeyinin istenen seviyede olduğunu söyleyebilir miyiz?

Dünya genelinde aşı ile korunulabilen hastalıklara karşı aşılanmanın yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Bu yetersizliğin nedenleri arasında, yoksul ülkelerin ve mahrumiyet bölgelerinde yaşamakta olan toplumların aşıya erişim sorunları olmasının yanı sıra tüm toplum kesimlerinde var olabilen aşı karşıtlığının da rolü bulunmaktadır.

Normal hayatımıza dönme umutlarımız bilim insanlarının COVID-19’a karşı etkili olacak bir aşı geliştirmesine bağlıydı. Sonunda aşı bulundu ve uygulanmaya başladı. Kısa sürede geliştirilen bu aşılar ne kadar güvenilir? Nasıl değerlendirirsiniz?

Aşı geliştirme süreçlerinde bilim insanlarının üzerinde hassasiyetle durduğu iki önemli nokta vardır: Güvenlik ve Etkililik. Yeni geliştirilecek bir aşının her şeyden önce güvenilir olması, vücuda zararlı herhangi bir etkisinin olmaması, yani tıbbın temel ilkesi olan “önce zarar vermeyeceksin” ilkesine uygun olması istenir. Daha sonra da hastalığa karşı koruyuculuğunun olabildiğince yüksek olması yani etkili olması beklenir. Aşı geliştirme çalışmalarında koruyuculuk yüzdesi konusunda tevazu gösterilse de güvenlik konusunda hiçbir şekilde ödün verilmez, güvenliğin tam olması istenir.Yeni geliştirilen aşılar mevcut pandemi koşulları dikkate alınarak, henüz ruhsat süreçleri tamamlanmadan acil kullanım onayı ile kullanılmaya başladı. Bu durum bazı aşıların koruyuculuk yüzdesine ilişkin tartışmalara yol açmakla birlikte tüm aşıların güvenilir olduğundan kuşku duymak için bir neden yoktur.

Toplumda COVID-19 aşısı karşıtlığı da artarak devam ediyor. Tüm bu yaşananlar COVID-19’un kontrol altına alınması çabalarına sekte vurur mu? Tam anlamıyla normal hayata dönüş için bir tarih verebilir misiniz?

Aşı karşıtlığı her şeyden önce aşıya karşı olan bireye zarar veren bir sorundur. Korunmak yerine hastalanmayı hatta ölümü tercih etmek anlamına gelir. Aşı karşıtlığının toplumda çok yaygın olması ise toplum bağışıklığını, tıptaki adı ile sürü bağışıklığını olumsuz etkileyen, geciktiren bir sonuca yol açabilir. Pandeminin kontrol altına alınması, COVID-19 salgınının önüne geçilmesi için toplumun en az %65-70’inin hastalığa karşı bağışık hale gelmiş olması gerekir. Bu orana ulaşmak iki şekilde olabilir: Ya hastalığı atlatarak doğal yoldan bağışıklanan kişi sayısının artması ile, ya da aşı ile bağışıklanan kişi sayısının artması ile. Hastalığa yakalanma durumunda bağışıklık geliştiremeden ölme olasılığının bulunduğu da dikkate alınarak aşı ile toplum bağışıklığını sağlamayı tercih etmek en akılcı yoldur. Tam anlamıyla normal hayata dönmek için her şeyden önce toplum bağışıklığının sağlanmış olması şarttır. Ancak, bir tarih vermek mümkün değildir.

Türkiye’de nüfusa oranla aşı reddinin en yüksek olduğu bölge Güneydoğu Anadolu, en az olduğu bölge ise Karadeniz. Buradan hareketle aşı kararsızlığının önüne geçmek için neler tavsiye ederseniz?

Ülkemizde aşı karşıtlığının en yüksek olduğu bölgenin Güneydoğu Anadolu Bölgesi olması anlaşılabilir bir durumdur. Bu bölge halkının eğitim-öğretim açısından yıllar boyu ihmal edilmiş ve dezavantajlı insanlar olması nedeniyle komplo teorilerine açık olmalarını normal karşılamak gerekir. Gerek yıllardır bölgede yaşanan acı olaylar gerekse devlet aleyhine yapılan propagandalar nedeniyle devlet tarafından herkese ücretsiz aşı uygulanmasının altında bir şey aramalarını, komplo teorilerine yönelmelerinide anlayışla karşılamak, ancak, bunun doğru olmadığını sabırla anlatmak gerekir.

Türkiye’deki aşı karşıtlığının temelinde neler yatıyor?

Aşıların etkileri ve yan etkileri konusunda duyulan endişeler, komplo teorilerine kadar varan söylentiler ve çeşitli itirazlar aşı karşıtlığı olarak bilinir. Aşı karşıtlığı, aşıların kullanılmaya başladığı günden beri var olan bir gerçekliktir. Bu nedenle ülkemizde de görülmesi normaldir ve görülmektedir. Aşı karşıtlarının gerekçeleri çok çeşitlidir. Bazıları aşı olmak yerine hastalığın geçirilmesinin ve bu yolla doğal bağışıklık kazanılmasının daha doğru olacağını savunurken, bazıları aşıların içinde yer alan çeşitli maddelerin sağlık üzerinde zararlı etkileri olabileceğini ileri sürmektedir. Bazı insanlar dini inançları gereği vücuduna aşı benzeri maddelerin girmesine karşı çıkarken bazıları vücutlarına müdahalenin bir insan hakkı olarak tamamen kendilerine ait olduğunu ve devletin ya da tıbbın buna karışmaması gerektiğini savunmaktadır. Bazı gruplar ise işi ileri götürerek aşıların soyumuzu kurutmak, bizi kısırlaştırmak için dış güçlerin bir tezgâhı olduğunu ileri sürebilmektedir. Son olarak COVID-19 pandemisi sırasında gündeme gelen tartışmalar doğrultusunda “vücudumuza çip takarak bizi izleyecekler” şeklinde komplo teorileri üretenlere ve bunlara inananlara bile rastlanmaktadır. Sağlık okuryazarlığı gelişmemiş insanların bedenlerine giren bazı kimyasal maddeler konusunda endişe duymaları normal olmakla birlikte aynı insanların hastalandıkları zaman gene kimyasal madde olan ilaçları rahatlıkla kullanmaları da izahı geren bir çelişkidir. Ülkemizdeki aşı karşıtları arasında yaygın olan “kısırlaştırma” iddiaları aslında ilk olarak Latin Amerika halkları arasında çıkmış ve yaygınlaşmış bir iddiadır. Nedeni, Latince kaynaklı dillerde kısırlık anlamına gelen “sterilizasyon” sözcüğünün aynı zamanda aşı paketlerinde yer alan ve her türlü mikroorganizmadan arındırılmış anlamına gelen sterilizasyon sözcüğü ile karıştırılması ve iddiaların bu sözcük benzerliğe dayanmasıdır. O ülkelerde sözcük benzerliğinden kaynaklanan aşının kısırlık yaptığı düşüncesi ülkemizde “soyumuzu kurutacaklar” iddiasına dönüşebilmektedir.

Editör: TE Bilisim