Hazırlayan: Abdurrahman Akbaş / İlahiyatçı - Yazar

Kerim Kitabımızda Yüce Allah, “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.” (Bakara, 2/183) buyurmaktadır. Rahmet Elçisi Peygamberimiz (sav) de “Kim inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.” müjdesiyle orucumuza ayrı bir umut ve motivasyon sağlamaktadır. Bir başka vesile ile Efendimiz (sav), “Oruç bir kalkandır. Oruçlu, saygısızlık yapmasın, kötü konuşmasın. Eğer biri kendisiyle dövüşmeye veya sövüşmeye kalkışırsa, iki defa, ‘Ben oruçluyum.’ desin…” (Buhârî, Savm, 2; Müslim, Sıyâm, 29) ifadeleriyle orucun işlevini dile getirmektedir.

Ben oruçluyum diyebilmek, her kişinin değil kâmil kişinin işi olsa gerek. Dünyanın türlü aldatıcı ve bizi bizden, Rabbimizden dahası özümüzden uzaklaştıran tutkuları, tuzakları karşısında, “Ben her türlü haksızlığa, adaletsizliğe, harama, kötülüğe, şer ve şeytana karşı iftarı olmayan bir oruçtayım” diyebilmek, güçlü bir imanın uzanımı olsa gerek…

Oruç sadece midemizin değil aynı zamanda dilimizin, elimizin, gönlümüzün hulasa bütün uzuvlarımızın her türlü çirkinliklere karşı tuttuğu aylık ya da dönemsel değil, ömürlük bir ibadettir.

Dilimizin iftarı güzel sözdür, gönlümüzün iftarı güzel duygulardır, elimizin iftarı, hayır işlerde bulunmaktır, gözümüzün iftarı, kâinatı ve içindekileri temaşa ederek Yüce Rabbimizin kudret ve kuvvetini anlamaktır. Hacı Bektaş-ı Velî’nin dediği gibi eline, diline, beline sahip olarak edebe ulaşmaya çalışmaktır.

GÜNÜN AYETİ
“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur'an'ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah'ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.” (Bakara, 185)

Oruç, insanın kötülüklere karşı oluşturduğu manevi korunma hâli olan takvayı, muhkem ve sağlam bir kalkana dönüştürür. Bundan dolayı oruç yalnız belirli bir zaman yeme ve içmeden el çekmek değil, aynı zamanda her türlü kötülükten sakınmak için iradenin güçlendirilmesi eğitimidir. Oruç süresince kendisini birtakım azıklardan mahrum etse de mümin, “Allah nezdinde azıkların en iyisinin takva” (Bakara, 2/197) olduğunu çok iyi bilir. Oruç sayesinde o, ruhunu ve gönlünü takva ile besler.

Peygamberimiz (sav), “Ramazan ayının ilk gecesi olunca, şeytanlar ve azgın cinler zincire vurulur, cehennem kapıları kapatılır ve hiç biri açılmaz. Cennetin kapıları açılır ve hiç biri kapanmaz” (Tirmizî, Savm, 1; İbn Mâce, Sıyâm, 2) buyurur. İradesine hâkim olmayan, hayatında hiç kırmızı ışığı/sınırı bulunmayan dahası “kutsal” ve “değer” tanımayan insanın ne cenneti açık olur ne de şeytanı zincire vurulur. Zincire vurulan onun iradesidir, açılan onun ateşidir. Bize düşen gücümüz nispetinde irademizi ibadetlere, güzelliklere yönlendirerek cennetimizi her daim açık tutabilmektir.

Oruç, acın halinden anlamak için değil, kendi halinden anlamak, Yaradan ile ilişkini düzenlemek ve nefsin terbiyesi içindir. Yoksulun halinden anlamak için yoksul olmak, açın halinden anlamak için aç kalmak gerekmez. Vicdan eğer körelmedi ise sadece görmek, hallerini bilmek yeter. Dolayısıyla orucun temel amacı açın halinden anlamak değildir. Ancak orucun adabı bize yaşattığı kısacık bir mahrumiyetle, nimetlerin kadrini hatırlatarak açların hâlinden ve muhtaçların derdinden anlamayı telkin eder. Böylece gönüllerde şefkat, merhamet ve cömertlik pınarlarının coşup taşmasına vesile olur.

İnsan oruçlu iken önünde duran yemeğe elini uzatmaz, kötü söz söylemez, kem gözle bakmaz, başına gelen her türlü olumsuzluğu olgunlukla karşılar. Oruç boyunca açlığa, susuzluğa ve her türlü masiyete karşı sabreder.

Hâsılı hayatı oruç kılabilmek, ömrü ramazan eylemek rabbimizin rızasına aykırı olan tutum ve davranışlara karşı “Ben oruçluyum” diyebilmekle mümkündür.

GÜNÜN DUASI
“Beni koruyup kollayan ve beni barındıran, beni yediren ve içiren, bana iyilik edip (iyiliğini) arttıran, bana nimet verip (nimetini) bollaştıran Allah"a hamdolsun. Her hâl ve durumda Allah"a hamdolsun. Her şeyin Rabbi, hükümdarı ve ilâhı olan Allah’ım! Cehennemden sana sığınırım.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 97, 98)

HİKMETLİ SÖZLER

Hak, şerleri hayr eyler,

Zannetmeki gayr eyler,

Ârif ânı seyr eyler,

Mevlâ görelim neyler,

Neylerse, güzel eyler...

……

Deme şu niçin şöyle,

Bir nicedir ol öyle,

Bak sonuna, sabreyle,

Mevlâ görelim neyler,

Neylerse, güzel eyler...

(Erzurumlu İbrahim Hakkı)

GÜNÜN HADİSİ
Ebû Hüreyre"den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Îmân, 28)

RESULULLAH (s.a.v.) VE RAMAZAN GÜNLÜĞÜ

Efendimiz geceleri teravih kılarlardı

 Peygamber Efendimizi en yakından tanıyan sevgili eşi Hz. Âişe anlatıyor:

“İnsanlar, Ramazan geceleri Resûlullah’ın (sav) mescidinde gruplar hâlinde namaz kılarlardı. Kur’an’dan biraz (ezberi) olan bir kişinin arkasında beş-altı kişi toplanır ve ona uyarak namazı birlikte kılarlardı. Resûlullah bir gece bana odamın kapısının önüne bir hasır sermemi söyledi ve ben de serdim. Resûlullah yatsı namazını kıldıktan sonra bu hasırın üzerine geçti. Mescitte bulunanlar da etrafında toplandı. Bunun üzerine Resûlullah (sav) onlara o gece uzunca namaz kıldırdı ve hasırı orada öylece bırakarak yanlarından ayrılıp odaya girdi. Sabah olunca insanlar Resûlullah’ın (sav) o gece mescitte bulunan kimselerle birlikte kıldığı namazı konuşmaya başladılar. Akşam mescit insanlarla doldu. Hz. Peygamber onlara yatsı namazını kıldırdı ve evine girdi. İnsanlar ise dağılmayıp mescitte kaldı. Resûlullah (sav) bana, ‘Ey Âişe! İnsanların bu durumu da nedir?’ diye sordu. Ben de, ‘Yâ Resûlallah! İnsanlar dün gece mescitte bulunanlara kıldırdığın namazı işitmişler ve kendilerine de kıldırman için toplandılar.’ dedim. Bunun üzerine, ‘Hasırını dürüp kaldır Ey Âişe!’ buyurdu, ben de dediğini yaptım. Resûlullah (sav) o geceyi de ibadetle geçirdi, insanlar ise Efendimiz sabahleyin yanlarına çıkıncaya kadar mescitte öylece beklediler. Sonra onlara, ‘Ey insanlar! Allah’a hamdolsun ki, vallahi ben bu geceyi gaflet içinde geçirmediğim gibi, durumunuzdan da habersiz değildim. Fakat bu namazın size farz kılınmasından korktum (ve bu nedenle beklediğiniz namazı kıldırmaya çıkmadım). Siz, gücünüzün yeteceği amelleri yapın! Allah usanmaz, ama siz usanırsınız!” buyurdu.”  (İbn Hanbel, VI, 267)

ORUÇ İLMİHALİ

Sabah ezanı okunmaya başladığında yeme içmeye kısa bir süre devam edilebilir miyiz?

İmsak, sözlükte “kendini tutmak, engellemek, el çekmek, geri durmak” anlamlarına gelen dinî bir kavram olarak, fecr-i sâdıktan, iftar vaktine kadar yemeden, içmeden, cinsel ilişki ve diğer orucu bozan şeylerden uzak durmak, el çekmek demektir. İmsakın zıttı iftardır.

Halkımız arasında ise “imsak” oruç tutmaya başlanan fecr-i sadığın oluştuğu vakit anlamında kullanılır. Bu manada imsak, oruca başlama vakti demektir.

Nitekim namaz vakitlerini gösteren takvimlerde İmsak zikredilmektedir. İmsak vaktinde yeme ve içme terk edilmelidir.
Oruca ne zaman başlanıp ne zaman bitirileceği Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde açıklanmıştır: “(Ramazan gecelerinde) şafağın aydınlığını gecenin karanlığından ayırt edinceye (tan yeri ağarıncaya/fecr-i sâdığa) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar (yiyip içmeden, cinsel ilişkide bulunmadan) orucu tamamlayın.” (Bakara, 2/187)

Takvimlerde gösterilen “imsak”, oruca başlama vaktini ifade eder. İmsak vakti aynı zamanda gecenin sona erdiği, yatsı namazı vaktinin çıkıp sabah namazı vaktinin girdiği andır. Ezan da imsak vaktinin başlaması ile okunmaktadır. Bu sebeple ezanın başlaması ile yemeyi içmeyi terk etmek gerekir. Ezan başladığı sırada ağızda bulunan lokmanın yutulmasında bir sakınca yoktur.

Editör: TE Bilisim