Gökhan Yılmaz / Özel Haber

Kuş evleri, Eşref-i Mahlukat olan insanın, merhamet duygusunun zirvesi belki de. Kendinden başka, kendi türünden başka canlılarında yaşadığının farkında olmak da denilebilir.

Sahi farkında olmak nedir?

Sözlük anlamı “gözünden kaçırmamak, sezmek” deniliyor.

Sadece bunlarla sınırlandırılabilir mi?

Görmek, hissetmek, hayret makamına çıkmak ve nihayet anlam vermek, duyarlı olmak, bu kadar basit anlatılmamalı…

Farkında mısınız?

Fark etmek için kaç merhaleden geçmek gerekiyor?

MİMARİYİ BİLE ETKİLEDİ

Medeniyetin zirvesi olarak adlandırsak abartmış olmayız. Öyle ya, insan dışı varlıklara da can nazarıyla bakıp, onlar için de “yer” açmak, gördüğü her boş alanı, beton yığınları ile dolduran bugünün insanı için kolay anlaşılabilir bir durum değil.

Selçuklu’da başlayan gelenek öyle öyle içselleştirilmiş ki bu durum, koca bir coğrafyanın mimarisini bile etkilemiş. Evet Kuş evleri konumuz.

Konaklar, saraylar, imarethaneler, camiler, minareler, medreseler… eskiye dair hangi yapıya dikkat kesilseniz göreceğiniz ince bir işçilik.

“Kuş köşkü, “Kuş sarayı”, “Serçe sarayı” ve “Güvercinlik” şeklinde isimleri bile var. Ahşap, taş ve tuğladan işlenerek inşa edilen kuş evlerinin rüzgâr almamasına, güneşten ve yağmurdan korunmasına dikkat edildiği görülüyor. İstanbul’da tarihi yarımadada bu güzel inceliğin örneklerini görmek mümkün.

PAYLAŞMAK! NEYİ, KİMİNLE?

Paylaşmak güzeldir. Özellikle Ramazan ikliminin yaşandığı şu günlerde yokluk çekenlerin halinden anlamak, onlara yardımı özendirmek maksatlı gündeme gelen, Ramazan dışında pek hatırlanmayan bir uygulama.

Oysa İnsan, infak etmek, sadaka vermek gibi güzel kavramların, zekât gibi paylaşımı mecbur kılan farz ibadetlerinin de muhatabı. Paylaşımı da genelde yediği lokmadan, kazandığı paradan “bir miktar vermek” olarak algılıyoruz.

Oysa insan hayattaki her şeyle alakadardır. Küre-i Arz’daki bütün canlılar ‘Eşref-i Mahlukat’ olan insanla alakadardır.

Dolayısıyla paylaşmayı hayat sahibi olan her şeyle paylaşmak olarak genişletsek yanlış olmaz.

Çağın, “daha fazla ve daha büyük olsun” mümkünse “hepsi benim olsun” anlayışını kırmak için küçük yaşlarda paylaşmanın, yardımlaşmanın, kendinden başkasına, başka türlere saygı duymanın önemini anlatmak gerekiyor. Bugün, tarihe değil geleceğe odaklanacağız.

Gözünü beton yığınlarının içinde açan minik dimağların ufkunun nasıl genişlediğine, belki de medeniyet inşa etmeye namzet olanların, işe nereden başlaması gerektiğine parmak basacağız.

Evet, kuş evleri. Medeniyet inşası iddiasında olanlar işe kuş evlerinden başlamalı.

Hemen herkesin bir yarış içinde olduğu, her ebeveynin içinden Einstein çıkmasını beklediği minik yavrulara asumanı gösterip, orada uçuşan güzel varlıklara yer göstermeleri gerektiğini öğretebilir miyiz? Minik Kaşifler onlar. Hayatı keşfediyorlar. Her öğrenme de bir keşif değil mi zaten. Keşfetmek; var olduğu halde varlığını daha önceleri bilmediğin bir şeyi bulmak değil mi?

İYİLİK ÖĞRETİLİYOR

Kâşif Çocuk Akademisi, “Paylaşmak, yardımlaşmak şekerden bile tatlıdır’’ sloganıyla çocuklara dünyayı paylaştığımız başka canlılara da yer olduğunu keşfettirmek istiyor.

Bu güzel uygulamanın sahibi Kâşif Çocuk Akademisi Genel Müdürü Hülya Akçay, gazetemize yaptığı açıklamada, çocuklara yönelik bütün duygularını harekete geçirecek bir modeli benimsediklerini söyledi.

Birçok dersin birbirini destekleyecek şekilde işlendiği bütünleşik eğitim prensibiyle, çocuklara doğayı ve hayvanları tanıtmak ve sevdirmek istediklerini söyleyen Akçay benimsedikleri bu anlayışa Kâşif Eğitim Modeli adını verdiklerini aktardı.

Minik eller kuş evleri yaptı

Ekoloji derslerinde, sonbahar mevsimini, mevsim özelliklerini ve göçmen kuşları işlerken, gems atölyesinde ise kuşları tanıttıklarını sanat

 dersinde ise ahşap kuş evleri yaparak çocukları işe kattıklarını belirten Hülya Akçay, “Hem estetik yönleri hem de el göz koordinasyonları gelişti.

Ve son olarak en etkili olanı çocukların karakter gelişimiydi. Değerler eğitimi dersinde paylaşmak, yardımlaşmak ve merhamet konularını kuş evleri üzerinden işledik. Çocuklarımız kendi elleriyle yaptıkları kuş evlerini civardaki ağaçlara astılar. İçlerine de kuşların yiyebilecekleri yemekler koydular” dedi.

Eğitimde modern teknikleri takip etmelerine rağmen gelenekten de kopmadıklarını belirten Hülya Akçay, şunları kaydetti: “Kültürümüze, değerlerimize önem veriyoruz ve yaşatmaya gayret ediyoruz. ‘Geçmişten geleceğe’ diye bir sloganımız var. Temel gayemiz bu.” Geleneksel sanatlara da yer verdilerini belirten Hülya Akçay, “Buna örnek olarak; kilim dokuma atölyesi, geleneksel oyunlar, Osmanlı günleri gibi etkinliklerimizi örnek gösterebiliriz” diye konuştu.

Editör: TE Bilisim