Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencileri yazdı

Her lahzada semaya başımı kaldırıp ona bakarım, kafamda birçok soruya rastlar, tefekkür eder, Allah’ın yarattığı (mahlûkatı, denizleri...) düşünürüm. Unutmadan kendimi, tanıtayım. Genç bir ferdim. Yedi kişiden oluşan ailemle Ürdün’de yaşıyoruz. Gurbete giden tek bir kişi var. O da bu hikâyeyi yazan, yani benim. Adımı hikâyenin sonunda belirteceğim. Babam, insanlar tarafından sevilen biri. Annem ise merhametli ve güçlü bir kadın. Kendimize göre, ihtiyaçlarımızı karşılaşan bir yuvamız var. Ben o zamanlar 14 yaşındayım, ağa-beyim Türkiye’ye gitmek için çok ısrar ediyordu. Türkiye’de daha iyi eğitim alacağından çok emin. Fakat o sene bir-kaç hadise yaşanmıştı. Bu hadiseler gitmesine mâni oldu. Günler, haftalar, aylar geçtiğinde ağabeyim gurbet işini unuttu. Ama ben bu konuyla ilgilenen biri olmuştum. Bu işi kafama taktım, “Artık geri adım atmak yok.” diye düşündüm. Okulum biter bitmez mülakata girdim, heyecanlıydım ve çabalayan biri olmuştum. Mülakattan ayrıldığımda “Hiç ama hiç pişman olmayacak-sın, bunu yaparak kendime ve ümmete yardımın doku-nacak” diyen babam…

SORUMLULUK TAŞIYAN BİRİ

Günler geçti. Mülakatın sonuçları açıklandığı an ben, annem ve babamın odasındaydım. Yedi kişiden oluşan listede benim de ismim vardı. Sevinç… Hemen evrak işini hallettim, kendimi büyük ve sorumluluğu omzunda taşıyan biri gibi his-settim. Her şey halloldu ve hazırım. Türkiye’ye varacağım günün sabahı, öyle bir uyanmıştım ki Türkiye’de eğitim göreceğim diye sevinçten uçacaktım, yataktan kalkıp kendime geldim. Hayatımda unutulmayacak bir sabahtı.

“GÖKYÜZÜ SENİNDİR”

 Akşam geldi, artık ayrılma zamanı… Vedalaşma…Ailem, akrabalarım, arkadaşlarımla ve nihayetinde annem, göz bebeğimizle… Babamla… Bana dürüstlüğü öğreten başımın tacıyla…Havalimanına ulaştığımızda, ailemin yanından ayrılırken benim onlara bakışlarım, onların bana bakışları hep ama hep anımsayacağım ve babamın nasihatini hiç unutmayacağım: “Oğlum, bir gün çok bunalırsan; denizin dibin-de, yosunlara takılmış gibi, soluksuz... Sakın, unutma gökyüzüne bakmayı, semaya başını kaldırıp bakınca kendini ve aileni hatırlarsın be oğlum. Gök-yüzü senindir. Gökyüzü herkesindir.”

Ben Obade, Ürdünlüyüm ve gökyüzünü seviyorum.

Obade El Lasa 

***

Yardımlaşalım

 

Yüce Rabbimiz bizlere zekâtı farz kılmıştır. Aynı şekilde Peygamber Efendimiz (sav) de sadaka vermeyi tavsiye etmiştir. Peki, hiç bu ibadetlerin hikmetini merak ettiniz mi? Neden zekât farz diye hiç düşündünüz mü?

Hiçbir şey elbette boş yere yaratılmamıştır. Yani her şeyin bir hikmeti vardır. Bu ibadetlerin hikmetini de şöyle açıklayabiliriz. Bir ayeti kerimede Yüce Allah, “De ki: “Rabbim kullarından dilediğine rızkı bol verir, dilediğine de kısar. Başkaları için ne harcarsanız Allah onun yerine yenisini verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır. “ (Sebe-39) buyurmaktadır. Rabbimiz, biz kullarına türlü türlü nimetler bahşetmiştir. Bu nimetlerden bazı kullarına çok, bazı kullarına da az vermiştir. Bununla beraber fakir ve zengin kavramları ortaya çıkmış ve toplumda bir farklılık oluşmuştur. İşte, Yüce Rabbimiz bunu ortadan kaldırmak için zekâtı farz kılmış ve aynı şekilde zekâtın dışında Peygamberimiz (sav) de sadaka vermeyi bize tavsiye etmiştir. Yani zekât, sadaka, fitre vb. ibadetlerin temel amacı toplumdaki bu farkı ortadan kaldırmaktır. Bu ibadetlerin yerine getirilmesi hususunda ayetler ve Peygamberimiz (sav) bizlere rehberlik etmekte, bu işin inceliği hakkında bizlere tavsiyelerde bulunmaktadır. 

ZEKÂT, SADAKA, FİTRE

Öncelikle her şeyde olduğu gibi bu ibadetleri sadece Allah rızasını göze-terek yerine getirmek önemlidir. Aksi takdirde riyaya yani gösterişe girmiş olur. Bunun kişiye faydası elbette yok-tur. Biz zekât, sadaka, fitre vb. ibadetlerin ecrini sadece ve sadece Allah’tan bekleyerek yerine getirmeliyiz. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ve onlar rablerinin rızasını elde etmek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiklerimiz-den Allah yolunda gizli açık harcayan, kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte dünya hayatının güzel sonu (cennet) sadece onlarındır.” (Ra’d - 22) Ardından malımızın en güzeliyle infak etmeliyiz. Sonuçta kendimiz için istemediğimiz bir şeyi mümin kardeşimiz için de istememeliyiz değil mi? Bir hadisi şerif bunu açıkça ortaya koymaktadır: “Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân 7). Son olarak ise infak edeceğimiz kişinin duygularını da göz ardı et-memeliyiz. Bu hususa bir ayeti keri-meyle devam etmek istiyorum. “Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının arkasından başa kakıp incitmeyenler için rablerinin katında özel karşılık vardır. Artık onlar için korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.” (Bakara - 262) Bu ayetten açıkça anlıyoruz ki yardım edeceğimiz kişiye infak ettiğimiz vakitte herkesin içinde değil, hiç kimsenin göremeyeceği bir yer ve zamanda bunu yerine getirmeliyiz. Hatta yardım ettiğimiz kişi, bizim yardım ettiğimizi bile bilmemeli. Çünkü yarın öbür gün sizi bir yerde gördüğünde utanabilir. “Sağ elin verdiğini sol el bilmemeli” hassasiyeti ile infak etmek ne kadar güzel.

Yardımlaşmanın faydalarından bahsedecek olursak bireysel olarak faydaları olduğu gibi toplumsal faydaları da vardır. Bu toplumsal faydalardan en önemlisi yazının başında bahsettiğimiz zengin-fakir dengesidir. Yeterli derecede yardımlaşma olursa zengin ve fakir kelimelerini çok az duymaya başlayacağız. Çünkü neredeyse herkesin ekonomik durumu eşit olacaktır. Aslında bakarsanız ipin ucu zengin-fakir dengesini göstermektedir. Daha sonra çorap söküğü gibi gelen birçok şey olacaktır. Örneğin, hırsız neden hırsızlık yapar? Genellikle geçinemeyen fakir kimseler hırsızlık yaparlar. Şöyle baktığımızda zengin eğer gerekli yardımlaşmayı gösterseydi bu kişi hırsızlık gibi bir illete bulaşacak mıydı? Buna bağlı olarak da toplumda huzur ve barış, yardımlaşma sayesinde tesis edilmiş olacaktı. Biz barış ve huzuru ancak bu şekilde bulabiliriz. Aksi takdirde her daim toplumda zengin-fakir dengesizliğin-den kaynaklanan bir sürü acı hadiseyle karşı karşıya gelebiliriz.

Peygamberimiz (sav) tarafından sadaka vermek herkese emredilmiştir. Zengine de fakire de. “Ama zengini anladık da fakire zaten malı olmadığı için fakir denilmiyor muydu? Yani fakir nasıl sadaka verecek?” Dediğinizi duyar gibiyim.

Evet, zenginin sadaka verdiği gibi fakir biri de aynı ölçüde sadaka verebilir. Ama manevi olarak sadaka verecektir. Sadaka maddi olabileceği gibi aynı zamanda manevi de olabilir. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisi şerifinde “Kardeşinin yüzüne tebessümle bakmak sadakadır.” buyurmaktadır. Demek ki mümin kardeşinin yüzüne bakarak gülümsemek bile sadaka imiş. Gülümsemek… Bu herkesin gücünün yeteceği bir şey. Kimse bu konu hak-kında mazeret sunamaz. Gülen bir çift gözün içinde neler gördüğümü sizlere anlatamam. Sayfalar yetmez. Kısacası mal mülk de paylaşılır, sevinçler ve üzüntüler de. Hele hele bu pandemi sürecinde üzüntü ve sevinçlerimizi paylaşmaya çok ihtiyacımız var. Bunu hiçbir vakit unutmayalım.

HER DAİM YARDIMLAŞMA

Sonuç olarak yardımlaşma denildiğinde aklımıza zekât, sadaka, fitre gibi ibadetler de gelmelidir, bir mümin kardeşinin yüzüne karşı gülümsemek de muhatabına gülümsemen de. Bunlar beraber olduğunda bireysel olarak da toplumsal olarak da hiç şüphesiz iyilikler bizi bulacaktır. Yeter ki sadece kendimizi değil mümin kardeşimizi de düşünerek hayatımızı idame ettirelim. Yüce Rabbimiz bizlere kendi rızasını gözeterek her daim yardımlaşma içeri-sinde olmayı nasip eylesin ve bununla birlikte bizleri mükâfatlandırsın.

Sezer Ayık

 

Editör: TE Bilisim