Mehmet Emin Saraç Anadolu İmam Hatip Lisesi Öğrencileri

Ramazan’ın kelime manası olan yağmurun yeryüzünü temizlemesi gibi Ramazan ayı da yaptığımız ibadetlerle bizi her türlü günahtan, maddi ve manevi kirden arındırır. Oruçla ruhumuzu ve bedenimizi arındırırken fitre ve -genellikle Ramazan ayında verilen- zekâtla malımızı, yatsı namazından sonra kıldığımız teravih namazıyla ise ruhumuzu temizleriz. Oruç; imsak vaktinden güneşin batışına kadar yeme içme ve nefsani isteklerden uzaklaşmayı gerektiren bir ibadettir. Oruç sayesinde insan acın halini anladığı gibi kendine verilen onca nimetin kıymetini de anlama imkânını elde eder. Oruç sadece açlık çekmek değil gözün kulağın, dilin ve kalbin bütün kötülüklerden uzak tutulmasıdır. Bu anlamda biz orucu tutarken orucun da bizi harama ve günaha karşı tutması gerekir.

ORUCUN MANEVİ GÜZELLİKLERİ

Bence Ramazan ve orucun en güzel yanı sahur sofrasının bereketini hissetmek veya iftar sofrasında ezanı beklemek, sofraya oturduktan sonra aile ile yaşanan sohbet, muhabbet, gülen yüzler ve sonrasında gelen akşam namazı… İşte bunlar Ramazan’ı Ramazan, orucu da oruç yapan şeyler. Orucun manevi güzelliklerinin yanında aynı zamanda vücudumuza faydaları bulunuyor; bu faydalar arasında: kan basıncını düzenleyerek kalp hastalıklarını engelleme, kök hücrelerini yenileyerek geç yaşlanma ve kanser riskini düşürme gibi daha birçok faydası hem doğulu hem batılı bilim insanları tarafından deneylerle kanıtlanmıştır.

ZENGİNLE YOKSULU BİRBİRİNE YAKLAŞTIRAN KÖPRÜ

 Fitre ise Ramazan’ın sonuna sağlıklı bir şekilde ulaştığımızda adeta bedenimizin zekâtı olarak verdiğimiz meblâğdır ki; o da fakirin bir günlük yemek ihtiyacının karşılanmasıdır. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadisiyle fakir doyurmanın önemi vurgulanmış, sosyal dengenin korunumu amaçlanmıştır. Fitre ve zekât bildiğimiz üzere para ve mal ile gerçekleştirilen ibadetlerden olup aynı zamanda ekonomik durgunluğun önüne geçerek paranın piyasada dolaşımını sağlarken sosyal anlamda da zenginle yoksulu birbirine yaklaştıran bir köprü konumundadır. Bu ibadetler toplumun ekonomik anlamdaki farklı kesimleri arasında farkındalık oluşturmaktadır. Ramazan, Allah-u Teâlâ’nın nefsimizi, bedenimizi ve duygularımızı oruçla, namazla, tefekkürle eğitmek için bize bahşetmiş olduğu ve bir fırsat zamanıdır.

Son olarak inşallah Ramazan, bu zorluklarla dolu yılı birazcık olsun güzelleştirir, hepinizin Ramazan ayı ve bayramı mübarek olsun.

 

Ahmet Cahit Önen

****

Matmazel Noraliya'nın Koltuğu

 İnsanoğlu, bazen fazla abartıyor, fazla anlam yüklüyor. Ve bu fazla anlam, anlamı anlamsızlaştırıyor nihayetinde. Yine bir romanı yazan bir yazar elbette ki, roman çözümlemecilerin yahut kalıplaşmış analiz yöntemlerinin çok daha uzağında -ne ilerisinde ne gerisinde, yalnızca uzağında- bir dünyaya sahip olabilir. Yine bazen onca kelime, betimleme, 'düşünme', kafa yorma yetersiz kalır ve bir an olur ki yalnız yek kalp atışı anlar o romanı. 

Bu açıdan dünya, hayli gariptir. Düşünce, her daim onunla aralarında asırlar boyu sürecek yol olduğu halde neredeyse tıpkısı olarak görüldüğü hisse hayrandır. Üstelik ona ulaşabilecek kapasitesi de vardır. Ama olmayıverir; bir salıncak mahiyeti yüklediği, üzerinde saatlerce hayal kurduğu kancaya takılıp kalır. Sallanır... Sallanır… Felsefe, mantık, zihin... Bunların bir ömürde yaptıklarını his, mânâ ve kalp bir anda yapar.

 Tam olarak da bu sebepler küllünden dolayı, Peyami Safa her değerlendirildiğinde belki tahrir güneşi ışıklanır, lakin bugün bilmem kaça varmış okurlarından herhangi yalnız bir kelime-i safa okumuşunun kalbindeki en ufak yer sayfalarca değerlendirmeden evlâdır şüphesiz. 

DAİMİ YOL GÖSTERİCİ KARAKTERLER

 Kitap başladığı cümleyle dahî yazarının kararsız, sarsılan ruhlar üzerindeki düşünsel olgunluğunun gölgesidir resmen: Ferit, Ferid, it, id..t, d. Sonrasında kendi fikrini bu harf meselesinden soyutlar ve bize aslında o kadar da harfî detaylara takılan bir ideoloji aşılamaya çalışmadığını kanıtlar. O harf meselesi hâlâ orada bir realitedir; solcunun sağcının, kendinden geçmiş hali vakti yerinde Beyoğlu merkezli mirasyedilerin, istese de bir şeyden vazgeçemeyen kira yetiştiremeyenlerin, ermiş kadınların, Peyami Safa kitaplarının daimî yol gösterici karakterlerinden sadece biri olan felsefe öğretmeninin, gece gezen kimine göre gerçek, kimine göre yalan varlıkların, kadının hayalinden çıkıp pansiyon köşelerinde gerçekliğini yalnız bir diğer insanın zihninde bulan halüsinasyonların, Ayet-el Kürsîlerin, hasılı ruhun realitesi.

Romanda; insanın varlığını ararken benliğini heba etme isteğinden yola çıkarak, onu öncelikle, yazarın ideolojik kişiliğinin de yansıması olarak, milletinde eritmesi ve milletten daha da ileri gidildiğinde insanlık için kendini feda etme isteği, nihayetinde tüm ideolojilerde ve adanmışlıklarda saklı bir ben olduğu, hepsinde zerre kadar da olsa hatalar ve tatminiyetsizlikler açığa çıkacağı ve bu ufak zafiyetlerin tamamen kapandığı tek yerin “Fenafillah” olduğuna detaylı psikolojik betimlemeler sonucunda varılıyor.

GERÇEKÇİ BİR BİLİNÇ AKIŞI

 Sarsılmış, yıpranmış ruhlarını romanın her anında hissettiren karakterler tarafından oynanmış; sahnenin bir tarafında yazarın zihnindeki işleyiş ve arayış adımları tüm şeffaflığıyla fark edilebilirken aynı zamanda, diğer bir tarafta, bir bireyin çevresindeki normal veya anormal olaylara tepkisinin gözlemlendiği içsel bir tiyatro…

Okuru başkarakterle ve onun zihin dünyasıyla baş başa bırakan derin, karışık ama muhtemelen tam da bu sebepten gerçekçi bir bilinç akışı, daha ziyade bir ruh akışı...

 Matmazel Noraliya'nın Koltuğu, bir yazarın romancılığında zirve yolculuğunu sürdürdüğü noktalardan biridir.

 Zeynep İkbal Gündüz

 

**** 

Mektupların vedası


Sokak lambasının belli belirsiz ışığında dans eden şehrin gürültüsü, yeşilin karanlığa gömülmeden önce verdiği son ağıt ve tam da şu küçük kaldırımın en ücra köşesinde manzaraya silgisini kaybetmiş bir ressam tarafından aceleyle eklendiği belli, gölgeler arasında sallanmakta olan çelimsiz bir gövde.

Bazen, küçük bir sokak çocuğu gibi ellerimi kulaklarıma hapsetmek istiyorum. Yanan yegâne varlığın kalbim olacağını bile bile ateşe olan hayranlığımı anımsatıyor bana.

“Ah…” diyorum, daha doğrusu fısıldıyorum rüzgara. Beni işitmekten çok, kuşların dedikodusuna kaptırmış kendini. Bağırsam bile yankılarımın bir kimseye ulaşmadan sonsuzluğa ilerleyeceğinin bilincindeyim.

Sahi, kulakları gecede kaybolmuş birine gün ışığı seni arıyor denir mi hiç? Yeryüzü de öyle Gökyüzü'm. İstemediklerine kör, sevmediklerine sağır, en çok da bilmediklerine muallim. Dostluğu bir kelimeye sığdırmaya çalışarak basitleyecek kadar da cahiller Gökyüzü'm!

“Ah…” diyorum. Bu sefer duyulmayı önemsemiyor nedense ruhum. Çünkü sen bilirsen tüm dünya öğrenirmiş gibi geliyor.

“Yeryüzü neden sadece karla

örtülüyken daha sevilesi?”

Sesimin ulaşıp ulaşmadığından emin bile değilim. Kelimelerim dünyaya ama hissettiklerim Gökyüzü'ne ait. Kalemin, kendi ellerimde olmadığını anladığımda ise güz, ilkbaharın arkasını toplamaktan yorulmuş; akrep, mutlak zaferini yelkovana ilan etmişti.

İflah olmaz sokak lambası, dansını terk eden şehre küsüp ışığını da alıp gitti bu diyarlardan. Yeşil, daha fazla saklanamayacağını fark ettiği için karanlığa teslim oldu.

Ve ben, Gökyüzü... Seni kaybettim ama dallarıma düşen kendimi buldum. Yapraklarım bir bir ayrılıp müptelası olduğum ateşe uçuşuyor.

Ve ben, Gökyüzü... İsminle mühürlediğim mektupları, köklerimden ateşe uzatıyorum.

"Mektuplarının adresini ateşe verdiğin için mi küllerinden doğmayı bekliyorsun Yeryüzü?"

Gece, karanlığı çekti aramızdan ve evren, ışıklarını bir bir söndürürken yıldızlar parıltısını gölgelerimize bahşetti.

Boşlukta yankılanan tek şey, tenimdeki izin ve yapraklarımın hışırtısıydı.

"Hayır," sesim, sönmüş bir izmarit gibi zararsızdı ama yakmaya cüret edeni bir kıvılcımla tutuşturabilecek kadar da keskin.

"Bizi ateşe verdim Gökyüzü'm. Küllerden doğan dostluğumuz oldu..."


Gökyüzü, bunca zaman susmayı sevmek bildi. Biliyordu ki, harfler boşlukta yankılandığı anda Yeryüzü'nün merhameti ruhunu kutsayacaktı. Böylece konuşursa yanardı ve Gökyüzü, Yeryüzü'ne asla ihanet etmemeliydi.

Yeryüzü ise yıllar boyu sevgisiz insanoğluyla yaşamaya mahkûm kalmıştı. Fakat onlar da gittiğinde fark etti ki, kendisini kahreden asıl gerçek, Gökyüzü'nün yokluğuydu.

O da mektuplarını ateşe verdi ve tutuşan sözcüklerin ikisini de haritalardan sildiği bu gece, dostluklarının külleri tüm evrene yayıldı.

Artık sadece sağır ve kör değildi insanoğlu; biraz da dosttu evrene. Yalnız meşe ağacı ve Kimsesiz Ay'a hayran kalacak kadar da minnettar.
 

 Betül Görünmek

Editör: TE Bilisim