BM, BMGK, AB ve ABD İsrail zulmüne sessiz kalmaya devam ediyor. Tüm dünyanın gözü önünde katliam operasyonu yürüten işgalci İsrail’e ve ona arka çıkan küresel güçlere ‘sarsıcı’ bir cevap verilmesi gerekiyor. Filistinli gençler, 20’nin üzerinde şehirde yaktıkları üçüncü intifada ateşiyle bu cevabın nasıl olacağını gösterdi. Filistin’de yakılan intifada ateşinin özellikle sessiz ve duyarsız kalan Arap ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyaya yayılması ve devletlerin terörist İsrail’e karşı tavır almaya zorlanması gerekiyor.

Bugün Ramazan Bayramı… İşgalci İsrail, İslam aleminin yine bir Ramazan ayını huzurla idrak etmesine ve bayrama ağız tadıyla girmesine engel oldu. Önce Mescid-i Aksa’ya, ibadet eden Müslümanlara saldırdı, ardından Gazze’yi kana buladı. İsrail’in sivillere düzenlediği saldırılarda 72 sivil şehit oldu. ABD söz konusu vahşeti kınamak yerine Filistinli grupları suçlamayı tercih etti. Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, BM Güvenlik Kurulu, Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı gibi uluslararası kuruluşlardan dişe dokunur bir tepki gelmedi. Bu manzarada Filistinliler şehitlerinin üzerine Türk bayrakları örterek imdad bekledikleri gücü bir kez daha işaret etti: Şartlar, Türkiye'yi tarihi misyonunu üstlenmeye çağırıyor.

Türkiye bizi kurtarsın’

Filistin sokaklarından yükselen sesler de bu anlamda önemli işaretler veriyor. Kudüs başta olmak üzere işgal altındaki Filistin'de hemen herkes Türkiye'den gelecek tepkilere gözünü dikmiş durumda. Türkiye'de sivil toplum örgütlerinin düzenlediği protesto gösterilerinin bile büyük moral verdiği Filistinli Müslümanların, 'Türkiye gelsin bizi kurtarsın' çağrısı tüm dünyada yankılandı. Türkiye’nin Filistin konusunda ne gibi adımlar atması gerektiğine dair soruya cevap vermeden önce, işgal altındaki Filistin’de neler yaşandığına göz atmakta fayda var. Mescid-i Aksa'da çıkan yangını çılgınca kutlayan Yahudilerin bu insanlık dışı duygusunun motivasyonu ne? Uluslararası kamuoyu ve İslam ülkeleri tüm dünyadaki toplam nüfusu 15 milyon civarında olan bir topluluğa nasıl oluyor da karşı çıkamıyor.

Siyonizm nedir?

Siyonist hareket; 19. Yüzyılda Laik Yahudiler tarafından kuruldu. Avrupa’da, özellikle Yahudilerin büyük çoğunluğunun yaşadığı Doğu Avrupa’da Rus Çarlığı’nda, Polonya gibi ülkelerde yüz binlerce Yahudi kurumsal ırkçılığa maruz kaldı. Siyonizm’in ortaya çıkışı da bu zemin üzerinde oldu. Avrupa’daki artan anti semitizme cevap olarak Aşkenaz Yahudilerin çoğunlukla desteklediği bir tepki olarak ortaya çıkan hareket, resmi olarak Avusturya-Macaristanlı gazeteci Theodor Herzl tarafından 1897 yılında basılan Der Judenstaat (Yahudi Devleti) kitaptan sonra kuruldu.

Soykırım harekete geçirdi

“Yahudi düşmanlığı, insan doğasının bir parçasıdır, bunu değiştirmek mümkün değildir. Bizim ayrımcılıktan kurtulmamızın tek yolu kendi devletimizi kurmamızdır” motivasyonu ile hareket eden Siyonist liderler, Yahudilerin Osmanlı’nın bir parçası olan Filistin’e gitmelerini destekledi. İkinci Dünya Savaşı’na kadar Yahudiler arasında destek bulamayan bu fikir, Holokost adı verilen Yahudi Soykırımının ardından hızla benimsendi.

***

Taşıma nüfusla ülke! 

Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin Osmanlı’dan kopardığı Filistin’e, başlayan göç hareketi özellikle 1941-45 arası Avrupa'da yaşanan Yahudi soykırımının ardından hızla arttı. '2 bin yıl önce burası benim atalarımındı, burada oturmak benim hakkım' motivasyonuyla yola çıkan Yahudiler, ilk Yahudi yerleşim yerlerinden birini 20. yüzyıl başlarında Tel Aviv'de inşa etti. Avrupa'dan Yahudi göçü artınca, Siyonistler daha fazla arazi işgal edip, 750 bin Filistinliyi göçe zorladı. "Topraksız bir halk için, halksız bir toprak" fikri İsrail’in işgalinin temel kaynağı oldu.  

Nakbe nedir?

Müslümanları topraklarından sürerek, Filistin’i “halksız topraklar" olarak göstermeye çalışan İsrail, başlattığı geniş çaplı bir propaganda ile ‘Filistinliler bize toprak sattı’ yalanını dünyaya yaydı. Müslümanların hissi olarak 'Yok hükmünde' kabul ettiği İsrail, 14 Mayıs 1948’de dönemin süper güçleri İngiltere ve ABD tarafından verilen destekle işgal altındaki Filistin’de Tel Aviv merkezli bir devlet kurdu. İsrail'in resmen ilan edildiği günün ertesi olan 15 Mayıs, Filistinliler için Nakbe (Büyük Felaket) olarak tarihe geçti.

Filistinliler toprak sattı mı?

Cevap: Hayır satmadı. Siyonistler 20. yüzyılın başında Filistin'den toprak satın almak ve Yahudileri buraya toplamak için girişim başlattı. Bölgede çok cüzi miktarda toprak satın alabildiler ama bu toprakları satanlar Filistin'de yaşayan Filistinliler değildi. Bu toprakları satanlar, Filistin dışında ve metropol şehirlerde yaşayan Araplardı. İsrail buraları satın alıp işgal için ilk adımı atmış oldu. İsrail, bugün bile özellikle Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Eski Şehir bölgesinde doğrudan ve dolaylı (Çeşitli Arap ülkeleri üzerinden) satın alma hamleleri yapıyor. Fakat, Filistinliler yabancıya mülk satma konusunda oldukça katı bir tutum sergiliyor. Hatta, Filistinli alimler ‘İsrail’e mülk satmak haramdır’ şeklinde bir fetva yayınlayarak olası satışların önüne geçmek istedi. Alimlerin fetvası mülk sahiplerinde zaten var olan inancı pekiştirdi. İsrail’in yaptığı ve küçücük evler ve dükkanlar için 30 milyon doları bulan teklifler gözü kapalı bir şekilde reddedildi.

***

Mescid-i Aksa’da neler oluyor?

Gelelim bugüne. İsrail hemen her Ramazan ayında olduğu gibi bu yıl da özellikle Mescd-i Aksa’ya yönelik saldırılarla tüm dünyaya ‘haktan, hukuktan, sözden’ anlamıyoruz mesajı verdi. Hemen her gün, iftar saatinden sonra Mescid-i Aksa ve çevresine saldırılar düzenledi. Filistinli gençleri gözaltına aldı. Yahudi inancına göre Mescid-i Aksa’nın altında Süleyman Tapınağı’nın yıkıntıları var. Siyasi bir hareket olarak ortaya çıkan Siyonizm’in, Yahudilere dinsel bir motivasyon kaynağı sağlamak ve bir dava şuuru yerleştirmek amacıyla yaptığı “Süleyman Tapınağı’nı yeniden inşa edeceğiz” propagandası karşılık buldu.

Direniş baskına engel oldu

Bu sebeple radikal Yahudiler sık sık Mescid-i Aksa’ya baskın yaparak Talmudik yani dini ayinler düzenliyor. Baskın sırasında Mescid-i Aksa’daki Müslüman cemaat ise İsrail güçleri tarafından bölgeden çıkarılıyor. Son olaylar da bu anlayışın yansıması. İsrail’in kuruluşunu kutlayan Yahudiler 9-10 Mayıs tarihlerinde Tapınak Tepesi dedikleri Mescd-i Aksa’ya büyük bir kalabalıkla girmek istedi. Müslümanlar ise büyük bir direniş halkası oluşturarak İsrail polisinin işkenceye dönen şiddetine rağmen buna engel oldu.

‘Filistin’i yok sayıyorlar!’

Mescid-i Aksa’ya devam eden saldırılarda avludaki ağaçlar İsrail güçleri tarafından yakıldı. Yahudilerin Ağlama Duvarı dedikleri Burak Duvarı önünde toplanan Yahudiler, Mescid-i Aksa’da çıkan yangını ‘soyları kurusun’ ifadelerinin yer aldığı şarkılar söyleyerek ve dans ederek kutladı. Ortaya çıkan görüntüler ve söylenen şarkıdaki ifadeler, Yahudilerin işgal konusundaki temel motivasyonunu da gözler önüne serdi: ‘Filistinli yok, Filistin diye bir yer yok!’

Şeyh Cerrah Meselesi nedir?

Mescid-i Aksa’ya saldırıların dışında, İsrail güçlerinin Şeyh Cerrah Mahallesi’ni tahliye etme kararı zaten gerilimin yüksek olduğu Kudüs’te direnişin fitilini ateşledi.

İsrail sözde devlet olarak haritaya yerleştiği 1948'den sonra, Gazze, Batı Şeria ve Kudüs’ün doğu kısmı hariç tüm Filistin topraklarını işgal etti. Filistin'in kadim toprakları için bir yerleşim planı yaptı. Buna göre, dünyanın farklı ülkelerinde yaşayan yani diaspora Yahudileri, gemilerle, uçaklarla bölgeye taşındı ve yerleşim yeri adı verilen işgal birimlerine yerleştirildi. İşgal ettiği bölgeleri Yahudileştirmek isteyen İsrail, burada yüzyıllardır yaşayan Müslümanları göçe zorladı. Müslümanlara ait evler hukuksuz bir şekilde yıkıldı ve buralara Yahudi yerleşim birimleri yapıldı. Evlerinden sürgün edilen Filistinlilere Şeyh Cerrah Mahallesi’nden yer gösterildi.

Yine sürgün, yeniden sürgün!

Tapulu olan mahalle bugün İsrail için önemli bir konuma gelince, daha önce Filistinlileri buraya sürgün eden İsrail, bu kez Şeyh Cerrahı da Yahudileştirme kararı aldı. İsrail’e bağlı sözde Kudüs Sulh Mahkemesi, Yahudi yerleşimcilerin talebi üzerine 2019'da Şeyh Cerrah Mahallesi'nde oturan 12 Filistinli ailenin evlerini yerleşimciler lehine boşaltmaları kararı verdi. Hıristiyanların da diken üstünde olduğu Şeyh Cerrah Mahallesi’nde 27 aile göç tehdidi ile karşı karşıya kaldı.

‘Ben çalmazsam başkası çalacak!’

Yahudi işgalciler ise mahkeme kararını beklemeden Filistinlilerin evlerini gasp etmeye başladı. Geçen hafta yayılan bir videoda Yahudilerin ‘işgal’ zihniyetini ortaya döken ifadeler, insanlık adına bir kez daha utandırdı. Bir Yahudi yerleşimci gasp ettiği evin hanımına “Ben çalmazsam başkası çalacak, burası zaten senin değil’ sözleriyle Yahudilerin, ‘Üstün ırk’ anlayışının hangi boyutlar ulaştığını dünyaya göstermiş oldu. Evlerini ‘Tabii olarak’ korumak isteyen Filistinlilere yönelik şiddet, zaten gergin olan Kudüs’te direniş ateşini yaktı.

***

Şiddetin dozu artıyor

İsrail’in Mescid-i Aksa ve Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki direnişçilere yönelik uyguladığı orantısız bir şiddet var. Ses bombası, gaz bombası, plastik ve gerçek mermilerle Müslümanlara saldıran İsrail’e karşılık sadece taş atılıyor ve bedenler siper ediliyor. Bunun dışında Gazze’deki direniş gruplarının, İsrail’in dikkatini dağıtmak ve Mescid-i Aksa’daki saldırıları engellemek için başlattığı roket saldırıları var. Gazze'den atılan roketlerin çoğu havada imha ediliyor. İmha edilemeyenler ise düştüğü yerde küçük çaplı maddi hasara sebep oluyor.

Çatışma mı yaşanıyor?

İşgal altındaki Filistin topraklarında yaşananlar İsrail saldırılarıdır, Filistinliler meşru müdafaa haklarını kullanmaktadır. Filistinliler o hakkı kullanırken de günümüz teknolojisine nazaran oldukça iptidai silahlar kullanıyorlar. Başta ABD olmak üzere birçok küresel güç İsrail'in yanında yer alarak bölgede ‘Eşitler arası bir çatışma var’mış gibi propaganda yapıyor. Batı medyası da bu algının yerleşmesi için bu propagandayı kitlelere yayıyor. Dünyaca ünlü ajanslar, gazeteler işgal altındaki Filistin topraklarında yaşananları 'Çatışma' olarak nitelendiriyor. Hayır bölgede bir çatışma yok. Çatışma eşit güçler arasında olur.

Neden Gazze’ye saldırıyorlar?

Filistinlilerin Gazze dışında askeri anlamda ciddi bir örgütlenmesi yok. Hamas’a bağlı İzzeddin el-Kassam Tugayları en çok bilinen askeri oluşum olarak göze çarpıyor. İran destekli İslami Cihad’ın silahlı kolu olan Kudüs Seriyyeleri de dahil olmak üzere Gazze’de 20’ye yakın silahlı direniş hareketi var. Gazze, İsrail’in işgal edemediği bölgelerden biri. Haliyle kendi “ekonomik, siyasi ve askeri” yapılanmasını kurmak konusunda Filistin’in diğer bölgelerine nazaran daha avantajlı konumda. İsrail’in ablukasına rağmen, bir alt yapı oluşturan ve devlet olma konusunda önemli adımlar atan Gazze’deki bu çalışmalar, 2-3 yılda bir tamamen sıfırlanıyor. İsrail, karşısında sistemli bir yapı görmekten korktuğu için özellikle alt yapıyı, hastaneleri, okulları hedef alan saldırılarla Gazze’nin ayağa kalkmasını engelliyor.

Filistinliler neden birlik olamıyor?

Gazze, Batı Şeria, Kudüs… Siyasi ve askeri bütünlüğün olmadığı Filistin, adeta İslam dünyasının özeti gibi. Dönem dönem “Ulusal birlik” çağrıları yükselse de hemen her oluşum birbirini yetersiz olmakla suçluyor. Fiili işgalin olduğu bir bölgede ortaya çıkan bu parçalı yapı direnişin etkisini de kırıyor. Bunun en somut örneğini Suriye’de gördük. Devrim hareketinin başladığı 2011’de neredeyse tamamen birlikte hareket eden direniş örgütleri, Esed Şam’a hapsedilince ayrılmış ve birbirini rakip olarak görmüştü. Direniş grupları arasında yaşanan ihtilafı fırsat bilen Esed, Rusya ve İran’dan aldığı destekle direniş hareketini kırmış ve iktidarını sürdürebilmişti. Benzer şekilde Filistin’deki direniş gruplarındaki söz konusu dağınıklık da İsrail’e karşı verilen direnişin etkisini azaltıyor. Bugün Allah’ı, peygamberi, kitabı, kıblesi bir olan yaklaşık 2 milyar nüfuslu Müslümanların siyasi, askeri, iktisadi parçalanmışlığı, bölgesel istikrarsızlığın temel kaynağı. Bu parçalanmışlık hali, bereketli topraklara göz diken emperyalistlerin iştahını kabartıyor ve işgal girişimlerinin kolayca netice vermesine sebep oluyor.

***

Dünya sessiz kalıyor

Tarihsel süreci ve son günlerde yaşananları özetledikten sonra bölgede yaşanan krizin çözümü konusunda atılabilecek adımları artık net bir şekilde konuşmanın vakti geldi. Bugün, ABD ve ABD güdümündeki BM, BMGK gibi yapılar İsrail’in yanında saf tutuyor. Arap ülkelerinin hali ise içler acısı. Ramazan başından beri devam eden saldırıları seyreden Arap ülkeleri, nihayet Filistin’in çağrısı üzerine toplandı ama “Uluslararası kamuoyu harekete geçmeli’ çağrısı yapılarak İsrail’i kınamakla yetindi.

Türkiye neler yapabilir?

Artan saldırılara ‘Dur’ diyebilecek tek güç Türkiye. Tüm dünya yaşanan bu zulme seyirci kalırken, Türkiye’nin tarihi misyonunu üstlenme vakti geldi. Bir zamanlar resmen, günümüzde ise gönüllerde Hilafetin merkezi olarak görülen Türkiye’ye Arap sokaklarında oldukça büyük bir teveccüh var. Filistin, Suriye, Libya, Afganistan, Myanmar… Hangi ülkeye giderseniz gidin ve Türk olduğunuzu, Türkiye’den geldiğinizi söyleyin ve size gösterilen muhabbeti yakından görün. Türkiye gerek devlet olarak gerekse sivil toplum kuruluşları aracılığıyla ulaştığı bölgelerdeki bu olumlu duyguyu artık harekete geçirmek zorunda. Madde madde neler yapılabileceğini yazalım. Bu maddeler mantıksız, uygulaması zor gelebilir ama en azından bir fikir verebilir ve bir müzakere zemini oluşturabilir.

‘İntifadayı küreselleştir İsrail’i yalnızlaştır’

Kanadalı gazeteci Naomi Klein’in İsrail’i durdurmak için “Boykot, yatırımları geri çekmek ve yaptırımlar yoluyla yalnızlaştırmak” şeklinde özetlenecek önerisi oldukça önemli. Türkiye atacağı adımlarla bu yolda ciddi bir mesafe alma potansiyeline sahip

* Türkiye öncelikle kendi içinde bütünlüğünü sağlayıp İsrail'e karşı sağlam bir uyarı mesajı vermeli. İçeriden çıkacak çatlak sesler bu mesajın etkisini kıracaktır. Bu mesaj, “Emek, mazlum” edebiyatı yapan sözde sol görüşlü siyasi partiler ve STK’lar için turnusol kâğıdı vazifesi göreceğinden bu konuda çatlak ses çıkacağını düşünmüyorum.
*Bir bütün olarak İsrail'e ‘Dur’ mesajı veren Türkiye, Arap sokağını harekete geçirmeli. Mısır başta olmak üzere, Libya'da, Yemen'de, Suriye'de ve birçok Afrika ülkesinde yürütülen askeri ve sosyal faaliyetlerin ardından Türkiye'ye yönelik teveccüh oldukça büyük. Bu ülkelerdeki iç çatışmaların bir an önce sona erdirilmesi konusunda inisiyatif alıp, hükümetleri İsrail'e karşı tavır almaya zorlamak bir seçenek.
*Yakın coğrafyayı harekete geçirdikten sonra yine milli birliktelik içinde olduğumuz Türki Cumhuriyetler başta olmak üzere, ABD-İsrail karşıtı olan İran, Rusya, Çin gibi ABD'ye ciddi anlamda karşı baskı uygulayabilecek ülkelerle ittifakı derinleştirmek ve İsrail’in zulmünün ana kaynağı olan ekonomik motivasyonu baltalamak.
*Slogandan öteye geçmeyen boykot çağrılarını somut bir hale getirip yerli üretim ürünleri tercih etmek. (Bu halk olarak bizim boynumuzun borcudur. Bu anlamda ihtiyaç olarak gördüğümüz lükslerden bir süreliğine feragat etmek gerekebilir.)
* Avrupa'daki insan hakları örgütlerini harekete geçirmek ve Avrupa sokağını tahrik etmek. Avrupa ve ABD ile ticari, siyasi, askeri tüm ilişkiler en alt düzeye indirmek. Kitle iletişim araçlarını kullanarak yapılacak propaganda ile Filistin’de yakılan ‘İntifada’ ateşini küresel boyuta taşımak. Zira Türkiye ve Türkiye’nin harekete geçireceği bölge ülkeleri gerek ABD gerek Avrupa için önemli bir pazar. Batı, bu ekonomik ambargo karşısında zor durumda kalmak istemeyecektir.
* 'Askeri güç' uygulamak. Türkiye, yukarıda zikredilen adımları atmakla birlikte, mümkünse bu ülkelerle BM'ye BMGK'ya ve NATO'ya paralel oluşumlar için zemin yoklamalı, bu yönde adımlar atmalı ve bölge ülkelerini bu projeye dahil etme konusunda girişimlerde bulunmalı. Bu yapılamıyorsa bile merhum Erbakan döneminde olduğu gibi TBMM'den çıkarılacak bir kararname ile Filistin'e barış gücü olarak konuşlanmalı.
Editör: TE Bilisim