İsrail'in Mescid-i Aksa'da ramazan ayında Filistinlilere yönelik saldırılarıyla başlayıp Gazze'nin bombalanmasıyla devam eden süreç, Joe Biden yönetiminin ilk yılında karşılaştığı en önemli diplomatik meydan okumalardan biri olarak kayıtlara geçti. Dış politikada odak noktasını Çin ve Rusya'ya karşı Hint-Pasifik ile Doğu Avrupa'ya kaydırma planları yapan Biden yönetimi, bir anda kendini, görece olarak ağırlığını azaltmak istediği Orta Doğu'nun gerçeklik duvarının karşısında buldu. Donald Trump'ın tamamen İsrail lehine yeniden oluşturmaya çalıştığı ikircikli "barış sürecinin" etkileri halen devam ederken yeni yönetim, iki devletli çözüm söyleminin sadece söylemde kaldığında ne kadar boş bir kavram olduğunu son krizde anlamış olmalı. İsrail'in kendini bölgede var etme biçiminden kaynaklı "üstünlükçü" yaklaşımını Washington'da "var olma" ve "kendini savunma hakkı" olarak tartışmasız şekilde meşrulaştıran ABD'li karar vericiler, Filistin konusunda bir kez daha çuvalladı.

İSRAİL’İ KINAMAKTAN KAÇINDILAR

65'i çocuk en az 230 Filistinlinin hayatını kaybettiği saldırılarla ilgili açıklama yapan tüm ABD'li yetkililer, ortak bir dille hiçbir şekilde İsrail'i kınamadılar, hemen tüm açıklamalarında Hamas'ı kınadılar, İsrailli ve Filistinli sivillerin hayatlarını kaybetmesinin trajedi olduğunu dile getirdiler. Benzer şekilde tüm yetkililer, yine ortak bir dille, bölgedeki şiddetin sona ermesi için ABD'nin "sessiz ve yoğun" bir diplomasi trafiği yürüttüğünü ifade ettiler. Biden yönetimi, İsrail savaş uçakları, içinde AP ile Aljazeera'nın ofislerinin de olduğu Gazze'deki Cela Kulesi'ni yerle bir ettiği zaman dahi İsrail'i kınamadı, sadece basın mensuplarının güvenliğinin önemli olduğunu söylemekle yetindi.

Tüm bu söylemsel hengame içinde ABD yönetimi dünyaya aslında şu mesajı vermiş oldu: "Ben, aralarında 65 çocuğun da olduğu 230 Filistinli sivil de öldürülse, medya binası da vurulsa, haksız yere Filistinliler evlerinden de çıkarılsa İsrail'i kınamam, kınamayacağım."

Esasen tek bir kelimeye (kınamak) takıldığım için bu vurguyu yapmıyorum; diplomatik olarak bu bir pozisyon beyanıdır ve Biden yönetimi sanki Filistinli çocuklar çatışma ortasında kalıp hayatlarını kazara kaybetmişler gibi İsrail saldırılarını kınamaktan her seferinde imtina etti. İlk günden itibaren dünyaya barış, insan hakları ve demokrasi vaazı veren Biden yönetiminin, söz konusu olan Filistinlilerin hayatları olunca (en azından söylemsel olarak) sınıfta kaldığı çok açıktır ve tarih bunu "çocukların öldürülmesini kınayamayan yönetim" olarak yazacaktır.

BİDEN YÖNETİMİ UTANCI SAHİPLENDİ

Elbette 11 günlük krizde İsrail'in saldırılarında 65'i çocuk 230 Filistinli sivilin, Hamas'ın roket atışlarıyla da 12 İsrailli sivilin hayatını kaybetmiş olması asıl kayıptır. Ateşkesin ardından Gazze'deki insani kriz de İsrail'in Şeyh Cerrah'ta yapmaya çalıştığı hukuksuz el koyma işlemleri de devam ediyor. Ancak işin siyasi ve uluslararası ilişkiler boyutuna baktığımızda İsrail'in belki de uluslararası kamuoyundan ve Batı ülkelerindeki meydanlardan en fazla tepki aldığı süreç bu son saldırılar oldu. İsrail'in Kongredeki en güçlü savunucularından ikisi olan Demokratların Senato Çoğunluk Lideri Chuck Schumer ile Demokrat Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi dahi (Biden'dan önce) bu süreçte ateşkes çağrısı yapma ihtiyacı hissetti. ABD'nin hemen tüm büyük kentlerinde yüz binlerce kişinin katıldığı büyük gösteriler yapıldı, benzer şekilde Avrupa'da da bu gösterilerle Filistin'e destek verildi. İsrail, 11 günlük saldırılarını uluslararası kamuoyu nezdinde meşrulaştıramadı ve saldırılarına devam etmenin artık aleyhine işlediğini mecburen görmeye başladığı yerde ateşkes ilan etti. Diğer yandan Şeyh Cerrah'taki hukuksuz el koymalar ve Mescid-i Aksa'da namaz kılan Müslümanlara yönelik polis şiddetini görmezden gelip söylemini "İsrail'in kendini savunma hakkına" yaslayan Biden yönetimi de İsrail'in insan hakları ihlallerini artık klişeleşmiş "Hamas" mazeretiyle örtmeye çalıştı.

Editör: TE Bilisim