Doç. Dr. Celil Bozkurt / Analiz: 1. Bölüm - İsrail’in Ramazan ayının son günlerinde Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırısıyla başlayan olaylar, Siyonist ırkçılığın ve emperyalizmin acımasız yüzünü bir kez daha ortaya koydu. İsrail’in işgal politikasıyla Filistin halkını yok etmeyi hedefl eyen adımları Gazze’nin bombalanmasıyla yeni bir safhaya evrildi. Uluslararası hukukun işlemediği ve uluslararası vicdanın suskun kaldığı Gazze katliamı, maalesef sadece Türkiye’de güçlü bir yankı bulabildi. Türk halkı, Mescid-i Aksa’nın dokunulmazlığını haykırırken Filistin’de sivilleri katleden Siyonist emperyalizmini de devlet ve kamuoyu nezdinde şiddetle lanetledi. Mescid-i Aksa’nın işgaliyle başlayan olaylar, Türk milletini Filistin Sorunu’nu tarihsel geçmişiyle birlikte yeniden hatırlamaya ve düşünmeye götürdü. Modern olayları, tarihsel zeminde düşünmek ve uluslararası parametrelerin ışığında değerlendirmek doğru sonuçlara ulaşmamızı sağlayacaktır. Fakat bu analizin sağlıklı olarak yapılması için tarihsel zeminin doğru bilgi ve belgelerin üzerinde kurgulanması gerekir. Aksi takdirde tarih, günümüzün geçmişe uydurulmasına hizmet eden bir meşruiyet ve propaganda aracı olmaktan öteye geçemez.

SİYONİSTLERİN FİLİSTİN PAZARLIĞI

Bir Yahudi gazeteci olan Thedor Herzl, 1897’de ortaya attığı siyasal Siyonizm ile birlikte Ortadoğu’da şer tohumlarını ekmiş oldu. Filistin’de tam bağımsız bir Yahudi devletine kilitlenen Siyonistler, bütün parasal ve medya imkânlarıyla birlikte Osmanlı Devleti’ne yüklendiler. Osmanlı’ya dış borçlarını ödemeyi ve ona devletler arenasında ‘saygın’ bir konum kazandırmayı vadeden Siyonistler, hem 2. Abdülhamid hem de İttihatçılar nezdinde yoğun bir Filistin diplomasisine girdi. Görünürde istedikleri şey, dünyanın farklı ülkelerinde baskı ve zulümlere maruz kalan Yahudilere Filistin’de sığınabilecekleri bir “yurt” kurulmasıydı. Ne var ki Osmanlı devlet adamları, Siyonistlerin “yurt” tabirine yüklediği anlamın bir bağımsız bir devlet ve Siyonizm’in de ayrılıkçı bir cereyan olduğunu çok geçmeden anlamıştı.

Sultan Abdülhamid, devletin ilgili kurumlarını teyakkuza geçirerek Yahudilerin Filistin’e göçüne ve iskânına karşı ciddi yasaklar koydu. Fakat bu yasaklar, Osmanlı Devleti’ne borç veren ve Filistin’de binlerce dönümlük arazi satın almış olan Yahudi banker ailesi Rothshildler tarafından delindi. Filistin’de yerli memurlar ve eşrafla işbirliği yapan Rothshildler binlerce Yahudi’yi gayri meşru yollardan Filistin’e sokmayı ve burada çok sayıda koloni kurmayı başardı. Abdülhamid’i Filistin’de Yahudi “yurdu” kurmaya ikna edemeyen Siyonistler, diplomatik girişimlerini İttihatçılar nezdinde de sürdürdü.

Abdülhamid’in devrilmesinde İttihatçılara maddi destek sağlayan Siyonistler, Osmanlı Hükümeti’nden Filistin’de bazı tavizler koparabileceğini ummaktaydı. İttihatçılar da Yahudi banker ve iş adamlarının Osmanlı coğrafyasında yapacağı yatırımlarla Devlet-i Aliyye’nin kısa sürede kalkınacağını bekliyordu. Bu havada gelişen Siyonist-İttihatçı yakınlaşması, kısa bir süre sonra beklenmedik şekilde kesildi. İttihatçılar, Siyonizm’in ayrılıkçı ve ırkçı bir Yahudi milliyetçiliğine hizmet ettiğini ve Filistin’de bir “yurt” oluşturmaktan ötede bağımsız bir Yahudi Devleti hedefl ediğini görmüştü. Nitekim İttihatçılar, Abdülhamid’in Filistin’de Yahudilere karşı koyduğu göç ve iskân yasaklarını yeniden yürürlüğe soktu. Ayrıca Siyonizm’in başkent İstanbul’da gelişmesini önlemek ve Siyonistlerin nüfuzunu kırmak için bazı idari önlemlere başvurdu.

NİLİ CASUSLUK ÖRGÜTÜ

Siyonistler, Osmanlı Devlet adamlarını diplomatik yollardan ikna etmenin mümkün olmadığını görmüştü. 1914’te patlak veren Birinci Dünya Savaşı, Siyonistler için yeni fırsatlar demekti. Siyonistler, Osmanlı Devleti’nin savaşta çökmesi halinde Filistin’in bedelsiz olarak Yahudi göçüne açılacağını düşünüyordu. Elbette bunun için Siyonistlerin İtilaf Devletlerine kendilerini kanıtlaması gerekmekteydi. Artık Siyonist diplomasi, Osmanlı’nın savaşta mağlup edilmesi ve bu sürece mümkün mertebe katkı sağlanması yönünde yoğunlaşmıştı. Siyonistlerin İngilizlere ilk katkısı, 1915’te Yahudi botanik bilimci Aaron Aaronsohn’un tarafından kurulan NİLİ casusluk örgütüydü. NİLİ, genç Yahudilerden oluşan ve gönüllülük esasına göre faaliyet gösteren bir casusluk birimiydi. Örgütün görevi, Filistin-Suriye Cephesi’nde bulunan Osmanlı orduları hakkında İngilizlere düzenli istihbarat sağlamaktı. 1917’nin başında Türk istihbaratı tarafından deşifre edilen örgüt, yılın sonunda tamamen çökertildi. Fakat NİLİ’nin sağladığı istihbarata göre taktik ve strateji belirleyen İngiliz ordusu, çoktan Kudüs kapılarına dayanmıştı.

SİYON KATIR BİRLİĞİ VE YAHUDİ LEJYONU

Siyonistlerin İngilizlere diğer bir katkısı, 1915’te Yahudi gençlerden oluşan askeri bir “Siyon” birliğinin kurulması oldu. Albay John Henry Patterson tarafından eğitilen birlik, 17 Nisan 1915’te Türklere kaşı savaşmak üzere Gelibolu’ya gönderildi. Tarihe “Siyon Katır Birliği” olarak geçen birlik, aktif bir çatışmaya girmese de Çanakkale Savaşları’nın bitmesine kadar cephede kaldı. Siyonistlerin son hamlesi, Rus Yahudisi olan Wlademir Jabotinsky’nin 1917’de kurduğu “Yahudi Lejyonu” oldu. 5000 kişiden oluşan lejyon, 1918 Şubatında Mısırda konuşlanan İngiliz orduları başkomutanı General Allenby’nin emrine verildi. Birçok Yahudi genci de söz konusu lejyona gönüllü olarak katıldı.

BALFOUR DEKLARASYONU

Siyonistler; NİLİ casusluk örgütü, Siyon Katırcı Birliği ve Yahudi Lejyonu’yla İngilizlere olan sadakatini fazlasıyla kanıtlamıştı. Artık sıra İngilizlerin atacağı adımlara gelmişti. Nihayet İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour, 2 Kasım 1917’de Yahudi liderlerinden Lord Rotschild’e yazdığı bir mektupta, İngiliz Hükümeti’nin Filistin’de Yahudilere ulusal bir yurt oluşturulmasını olumlu karşıladığını ve buna yönelik bütün imkânları seferber edeceğini vurguladı. Mektupta Filistin’in yerlisi Araplardan “Yahudi olmayanlar” diye müphem ve garip bir ifadeyle bahsedilmesi dikkat çekicidir. Tarihe Balfour Deklarasyonu olarak geçen belge, Filistin Sorununda bir dönüm noktasıdır. Zira Siyonistler, Balfour Deklarasyonu’nu “İsrail’in tapu senedi” olarak görmüş ve Araplarla yaşadıkları sorunlarda sürekli bu deklarasyona vurgu yapmıştır.

İngilizlerin Kudüs’ü işgali
Osmanlı ordusu, Filistin-Suriye Cephesi’nde maddi imkânsızlıklara rağmen İngilizlerle uzun süre denk bir mücadele yürüttü. Başarısız Kanal Harekâtına rağmen Türk askerinin cesareti ve kahramanlığı düşman tarafından bile takdir edildi. Gazze zaferleri; Çanakkale ve Kut’ül Amare’den sonra İngilizlere vurulan önemli darbelerdi. Fakat 1916’da Şerif Hüseyin’in başlattığı Arap Ayaklanması ve cephe gerisindeki Siyonist casusluk, Osmanlı ordusunun yıpranmasına neden oldu. General Allenby’nin 31 Ekim 1917’de başlattığı Filistin taarruzu, Birüssebi, Gazze ve Yafa’nın düşmesine neden oldu. Türkler için savaşın en kahredici vakası, 11 Aralık 1917’de gerçekleşti. Kutsal Kudüs, şehirdeki kutsal mekânların korunmasını bahane ederek bir savunma savaşından kaçınan Alman General Falkenhayn’ın komplosu sonucu savunmasız kaldı. İngilizler, ciddi bir direnişle karşılaşmadan Kudüs’ü işgal etti. General Allenby, Kudüs’ün işgalini “Haçlı Seferleri, nihayet bulmuştur” diye betimleyecektir. Böylelikle Kudüs üzerinde yaklaşık 400 yıl devam eden Osmanlı egemenliği, son bulmuş oldu. Avrupa’da çan sesleri yükselirken, İslam Alemi, derin bir sessizliğe büründü.

Siyonistler tarafından oluşturulan 650 kişilik bir ulaştırma birliği İngilizlerin komutasında Çanakkale'de Osmanlı'ya karşı savaştı...

Editör: TE Bilisim