Yusuf Tunçbilek / Analiz - AA - Kafkas Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi (2014-2021) ve Genel Müdürü (2017-2019) Yusuf Tunçbilek, DW Türkçe'nin “Kafkasya’dan Türkiye’ye Çerkeslerin Hikayesi” başlıklı, tartışmalara yol açan haberini değerlendirdi.

Batı medyası etnik kimlikler üzerinden farklı coğrafyalardaki faaliyetlerini artırmaya devam ediyor. Son olarak Deutsche Welle (DW) Türkçe, Türkiye’de Çerkeslerle ilgili 12 dakikalık “Kafkasya’dan Türkiye’ye Çerkeslerin Hikayesi” isimli kısa belgesel yayımladı. DW, bu belgeselde Türkiye’de Çerkeslerin asimilasyona uğradıkları iddialarına yer veriyor. Ancak söz konusu iddia başta Çerkesler olmak üzere meselenin aslını bilen her kesimin oldukça tepkisini çekti.

Çerkesler, ülkenin bütün demokratik haklarından yararlanan, tarihsel anlamda yaşadıkları acıların gerçek sorumlusunun kim olduğunun gayet bilincinde olan ve kendileri üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılan politik müdahaleleri algılayabilecek yetkinlikte bir toplum. DW’nin bu girişimi de bu gerçeği gözler önüne sermiş durumda.

Çerkes sürgününün sorumlusu Rus İmparatorluğu

Çerkesler, 21 Mayıs 1864 tarihi ile simgeleşen, soykırım boyutuna varan acı dolu sürgün hikayeleri olan bir millet. Fakat bunun gerçek sorumlusu herkesin bildiği üzere Rus İmparatorluğu'dur. İmam Şamil başta olmak üzere, bütün Kafkas halklarının onurlu direnişi yüzyıllar boyunca sürdü. Ancak Rus İmparatorluğu karşısında mücadele daha fazla sürdürülemeyince Kafkas-Rus Savaşları’nın acı dolu faturasını ağırlıklı olarak Çerkesler ödemek zorunda kaldı.

Öyle görülüyor ki bu belgesel çalışmasıyla DW, Çerkesler üzerinden Türkiye’ye karşı bir itibar suikastı gerçekleştirmek istedi. Fakat verilen tepkilere bakılırsa oldukça başarısız olmuşa benziyor.

Osmanlı İmparatorluğu ise dönem itibarıyla muhacirlere kucak açan, ağırlıklı olarak Anadolu’da yeni yurtlara yerleşmelerini maddi ve manevi olarak destekleyen, Müslümanların en büyük ülkesi konumunda idi. Osmanlı’nın varisi olarak görebileceğimiz Türkiye Cumhuriyeti’nde de bu süreç benzer bir şekilde devam etti. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Kafkasya’dan Türkiye'ye göçler küçük gruplar halinde gerçekleşti.

Bütün bu göç hareketliliklerinin sonucunda Çerkesler ağırlıklı olarak Türkiye’de yoğunlaşmışlar ve hayatlarını burada yeniden kurmayı başarmışlardır. Çerkesler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da etkin rol almışlardır. Osmanlı İmparatorluğu ve modern Türkiye Cumhuriyeti içerisinde idari ve askeri pozisyonlarda hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadan yer alabilmişlerdir.

Türkiye’nin ayrılmaz bir parçası haline gelen Çerkeslerin, DW’nin hayalini kurduğu azınlık temelli taleplerinin bulunmadığının altı çizilmeli. Türkiye’de Çerkesler ve hatta tüm Kafkasyalılar, asimilasyona uğradıklarını ya da kültürel kimliklerinin yok edildiğini düşünmüyorlar. Bu durum, belgesele yapılan çevrim içi yorumlarda da rahatlıkla görülebilir.

DW'nin kasıtlı ve operasyonel haberciliği

Hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadan Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli makamlarında görevler alabilen Çerkesler için bu durum pozitif ayrımcılık şeklinde okunabilir. Ancak Almanya’nın resmi medya kuruluşu DW için bu durum anlaşılabilir bir şey değil. DW, Çerkesleri devlet karşıtı, azınlık ve etnik talepleri olan bir halk gibi görmek istiyor; işin aslı ise tam tersi. “Kafkasya’dan Türkiye’ye Çerkeslerin Hikayesi” belgeselindeki Çerkeslerin konuşmalarından daha çok asimilasyon, anadil, diaspora gibi söylemlerin öne çıkarıldığı görülüyor. Sonuç olarak da Çerkesler sanki Türkiye’de yaşamaktan memnun değillermiş gibi bir resim çiziliyor. Dolayısıyla bu çalışma, kasıtlı ve operasyonel haberciliğin belirgin bir örneği olarak öne çıkıyor.

Oysa ki Türkiye’de sadece son 20 yılda Çerkeslerle ilgili yaşanan olumlu gelişmeler ele alınacak olursa durum daha da netleşir. 2004 yılında TRT’de Çerkesçe yayın başladı. 2012-2013 eğitim öğretim yılı itibarıyla okullarda birçok dilin seçmeli ders olarak verilmesi sağlandı. Günümüzde Kafkas dillerinden; Adıgece, Abazaca ve Gürcüce dillerini kapsayan bu süreç halen devam ediyor. Yine bu reformların devamı niteliğinde çeşitli üniversitelerde Kafkas Dilleri ve Kültürleri bölümleri açıldı. Fakat belgeselde bunlarla ilgili ne yazık ki herhangi bir bilgi yer almıyor.

Rusya’da ise tam tersi bir durum söz konusu. Kafkasya’da yerel dilde televizyon ve eğitim imkanları her geçen gün kısıtlanıyor. Çerkeslerin yoğun olarak yaşadığı Adıgey, Karaçay-Çerkes ve Kabardey-Balkar bölgelerinden dini ve ekonomik nedenlerle Türkiye’ye göçler hala devam ediyor. Son dönem muhacirlerin sağlıklı bir istatistiği tutulmadığı için konuyla ilgili resmi rakam vermek güç. Ancak sürecin devam ettiğini biliyoruz. Günümüzde Çerkesler, Rusya’dan ziyade Türkiye’de yaşamayı tercih ediyorlar. Peki, insanlar kimliklerini kaybedeceklerini bildikleri yerde neden yaşamak istesinler?

Benzer şekilde DW'nin bağlı olduğu Almanya'nın da yabancı gruplara yönelik entegrasyon adı altında asimilasyon siyaseti yürüttüğü biliniyor. Üstelik bazı okullarda en büyük göçmen grup olan Türklere teneffüslerde dahi Türkçe konuşmanın uyuma engel olacağı gerekçesiyle yasaklandığı düşünüldüğünde DW'nin haberinin ne denli taraflı ve propagandist olduğu anlaşılacaktır.

Zamanlama manidar

28 Kasım tarihinde yayımlanan belgeselin neden bu tarihte yayımlandığı ise tam bir muamma. Bu belgeselin ortaya çıkışı, Türkiye karşıtı açıklamalarıyla bilinen ve zaman zaman Çerkes kökenli olduğunu vurgulayan Cem Özdemir’in yeni Alman hükümetinde bakan olmasıyla ilgili olabilir. Yahut aynı tarihte Ankara’da gerçekleştirilen, Türkiye’deki Kafkas derneklerinin üst çatı örgütü olduğunu iddia eden KAFFED’in genel kurul seçim sürecine girmesiyle ilgili de olabilir. Öyle görülüyor ki bu belgesel çalışmasıyla DW, Çerkesler üzerinden Türkiye’ye karşı bir itibar suikastı gerçekleştirmek istedi. Fakat verilen tepkilere bakılırsa oldukça başarısız olmuşa benziyor.

Belgesel yayımlandıktan kısa süre sonra Türkiye’deki Çerkeslerin, DW’nin gerçekleştirmeyi planladığı provokasyonu sezip özellikle sosyal medya üzerinden bu yayına tepkilerini dile getirdikleri görüldü. Kafkas yapılanmalarından da olayın büyümesi üzerine kamuoyunu bilgilendirici açıklamalar yapıldı.

Türkiye’de yaşayan Kafkas kökenliler, Çerkeslerin birinci sınıf vatandaş olup herhangi bir ayrımcılığa tabi tutulmadıklarını, son yıllarda gerçekleştirilen demokratik atılımlarla kimlik ve kültürlerinin koruma altına alındığını, “asimilasyon” ifadesinin kullanımının doğru olmadığını ve Almanya’nın önce kendi tarihiyle yüzleşmesi gerektiğini ifade ediyorlar.

Çerkesler Türkiye’nin ayrılmaz bir parçası

Türkiye’nin ayrılmaz bir parçası haline gelen Çerkeslerin, DW’nin hayalini kurduğu azınlık temelli taleplerinin bulunmadığının altı çizilmeli. Türkiye’de Çerkesler ve hatta tüm Kafkasyalılar, asimilasyona uğradıklarını ya da kültürel kimliklerinin yok edildiğini düşünmüyorlar. Bu durum, belgesele yapılan çevrim içi yorumlarda da rahatlıkla görülebilir.

Çerkesler, Türkiye’deki bütün vatandaşlar gibi öğretmen, asker, polis, akademisyen, işçi, tüccar olan, bu ülkenin bütün demokratik haklarından yararlanan, tarihsel anlamda yaşadıkları acıların gerçek sorumlusunun kim olduğunun gayet bilincinde olan ve kendileri üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılan politik müdahaleleri algılayabilecek yetkinlikte bir toplum. DW’nin bu girişimi de bu gerçeği gözler önüne sermiş durumda.

[Kafkas Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi (2014-2021) ve Genel Müdürü (2017-2019) Yusuf Tunçbilek, çalışmalarını Kafkas kültür ve kimlikleri üzerine sürdürmektedir]

Editör: TE Bilisim