Nasreddin Hoca merhum bir gün, oğlunu da almış yanına, eşeğine binmiş, hep beraber çarşının yolunu tutmuşlar.

Hoca eşeğin üstünde, oğlu eşeğin yularını tutmuş önde gidiyorlar.

Giderlerken…

Yoldan geçen birisi durmuş ve Hoca’ya;

“A Hocam, yazık değil mi şuncağız çocuğa… Sen kurulmuşsun eşeğin üzerine tamam da, şu çocuk yalınayak yürüyor, yorgun argın... Bu yaptığın iş midir senin?”

Hoca bakmış, adamın dedikleri makul…

Eşekten inmiş, oğlunu bindirmiş. Kendisi de geçmiş öne, eşeğin yularını tutmuş yürümeye başlamışlar yine.

Giderlerken…

Yoldan geçen birisi durmuş ve bu sefer Hoca’nın oğluna;

“Utanmıyor musun bakim sen, koskoca adamı yürütüyorsun… Hem yaşlı, bilgin, aksakallı hem ihtiyar ve hem de muhterem hoca… Ayıp ayıp, senin bu yaptığına münasebetsizlik derler…”

Hoca bakmış, bu adamın dedikleri de epey makul…

Bu sefer eşeğe kendisi de binmiş…

Eşeğin yuları Hocanın elinde, baba oğul eşeğin sırtında, çarşıya doğru gitmeye başlamışlar yine.

Giderlerken…

Yoldan geçen birisi durmuş ve Hoca’ya;

“Hocam sende hiç merhamet yok mudur? Şu hayvancağıza yaptığınız eziyet nedir? Baba oğul binmişsiniz sıpanın üstüne, hayvanın beli bükülmüş… Haydi Allah’tan korkmuyorsun, kulundan, hayvan hakları derneklerinden de mi utanmıyorsun? Ayıptır yazıktır, günahtır!”

Hoca bakmış, bu adamın dedikleri de gayet makul…

İnmişler ikisi de eşeğin üstünden. Eşeğin üzeri boş, hoca önde, eşeğin yuları elinde, başlamışlar çarşıya doğru yol almaya yine…

Yoldan geçen birisi durmuş ve Hoca’ya bu sefer kahkahayla;

“Hahaha, Hocam sen ne tuhaf adamsın. Eşeği bomboş yürütüyorsun. Hahaha, ne kendin biniyorsun, ne de bu sabiyi bindiriyorsun eşeğin üzerine, Hahaha…”

Hoca, karşısında pişmiş kelle gibi sırıtan şu adama, ‘şöyle sağlam iki tokat aşk etsemnasıl olur acaba?’ diye düşünmüş ama bakmış ki adam haklı… Söyledikleri de gayet makul ve gayet mantıklı…

Bu sefer oğlunun da yardımıyla yüklenmiş eşeği sırtına... Urganıyla da bağlamış eşeği kendisine bir güzel…

Eşek hocanın sırtında, çocuk arkada, çarşıya doğru zar zor, güç bela, kan ter içinde yürümeye başlamışlar yine…

Yoldan geçen o malum ve o meşhur birisi durmuş; bakmış, bakmış, bakmış…

Söyleyecek hiçbir şey bulamamış…

Çünkü burası sözün bittiği yermiş…