Görmek istediklerimize bakarız. Neye ihtiyaç hissedersek onu ararız ve aradığımızı görürüz. Gördüklerimizle önce göz teması kurarız. Bu temas aşinalık oluşturur. Bakış çeker, çekme söze, söz muhabbete dönüşür. Muhabbet ise, yüreği yüreğe bağlar. Bu da aklın gönle bağlanması demektir. Akıl ve yürek birleşirse, bu durum o insanı çepeçevre kuşatır. Muhabbet ettiği insanla yakınlığı, işbirliği, yardımlaşması ve paylaşması artar. Bu yakınlaşma ise, aile bireylerinin hakkıdır.

Aile; yuvanın içindekilerin sadece varlığı ile değil, bağlılığı ile ayakta durur. Bağlılık ise, mutlaka özenli bir yaklaşıma ihtiyaç hisseder. Bu ise, kişinin kendisine nasıl bir iletişim biçimini yakıştırıyor olduğuna ve insana ne kadar değer verdiğine göre değişir. Değerlerimizin insan ve toplum açısından ne kadar önemli olduğunu fark ettiğimizde, buna uygun davranırız. Bu iyileştiren tutum, kişinin kendisine iyi geldikçe ve kendisini geliştirdikçe; o insan bu tutumu sürdürmeyi kendisinin lehine bir durum olarak görür ve sürdürür.

Görmeye ve anlamaya çalışmak, aile olmanın olmazsa olmazıdır. Bazen hoşumuza gitmeyen bir davranışın, muhatabımıza doğru yaklaşmamızı engelleyen duygu bulutlarını gözlerimizin önüne serpivermesi, bizim doğru düşünmemizi engeller. Bu da, gözümüzde değer kaybeden muhatabımızın sözümüzden de düşmesine sebep olur. Özenli davranış, var olmanın en büyük değer olmasından dolayı oluşmazsa; her yanlış ya da hatalı davranışta özenli yaklaşım sıradan yaklaşımlarla yer değiştirebilir.

Gözlerimiz beynimizin giriş kapısı. Önce en yakınlarımız, anlam, sevgi, paylaşım ve ilgi açısından, özenli olmanın birincil muhataplarıdır. Bakmak, görmek ve anlamak; sevmenin ve değer vermenin alt bileşenleridir. Önce ben ve önce ailem diyerek, gözümüzü ve gönlümüzü  yuvada temiz tutarak, geliştiren etkisini aktive etmeliyiz. İlgi ve özen, besler, büyütür ve duygu olarak dengede tutar. Bu sebeple, gözümüz önce yuvamızda olsun.