Tam 74 yıldır, yani 1948 yılında İsrail devletinin resmi olarak kurulmasından beri Ortadoğu bir türlü kendine gelemedi. Bölgedeki bütün istikrarsızlıkların, bütün acıların ve gözyaşlarının arkasında bu devletin kurulması ve ardından yaşanan olaylar var. Bu devletin kurulmasından sonra Ortadoğu’da Arap milliyetçiliğinin başlaması, ardından siyasal ve sosyal anlamda yaşanan istikrarsızlıklar, bugün adına El Kaide dediğimiz, DEAŞ dediğimiz, Boko Haram dediğimiz birçok şiddet hareketinin ortaya çıkmasına ve maalesef kısmen de olsa zemin bulmasına yol açtı. İsrail’in varlığı, Ortadoğu halklarının tamamının demokrasi hayallerini yıllardır öteledi ve bu istikrarsız ortam diktatör rejimlerin yıllar boyu ayakta kalmasını sağladı. Gücü eline geçiren liderler adeta ‘ya ben ya İsrail’ diyerek halkları, kendilerine mahkûm ettiler. Bu durumu bozan en önemli hareketlenme 2010 yılının sonunda Tunus’ta başlayıp 5 Arap ülkesini doğrudan etkileyen Arap Baharıydı. Ne var ki ABD ve AB bölgenin demokratikleşmesinin gelecekte ne denli bir tehlike barındırdığını görerek binlerce kişinin ölmesi pahasına özgürlük akımlarını değil diktatoryal yönetimleri destekledi. Bu desteğin en somut örneklerinden birini Suriye’de gördük. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana gerçekleşen en kanlı savaşlardan birinin yaşandığı Suriye’ye ne ABD ne de BM’nin herhangi bir müdahalesi oldu. Yüzbinlerce insan şu son 11 yılda vahşice katledildi. Bu katliamlar yüzlerce kez ispatlanmasına rağmen kimse kılını kıpırdatmadı. Bu haksızlıklara kimse sesini çıkarmadı.  

Enteresan bir sistem var. Yoğunlukla ABD etkisi altındaki Arap ülkelerinin refleksiyle, yıllardır Filistinli Araplara kan kusturan İsrail yönetimi neredeyse birbirlerini besleyen yapılara dönüşmüş durumda. Temelde farklı gibi görünse de günün sonunda ‘ne kazandık?’ diye sorulduğunda her ikisinin de attığı adımların ortak bir çıkara hizmet ettiğini ve bu çıkarın da halkların geleceği için hiç de iyi olmadığını görüyoruz. Mesela Arap ülkeleri, yapılan haksızlıklara karşı kimi zaman ses çıkarmıyor kimi zaman da olayın büyüklüğünü dikkate alarak bir kınama kararıyla geçiştiriyor.

 Son olarak El Cezire televizyonu muhabiri Şirin Ebu Akile’nin öldürülmesini ele alalım. Arap ülkeleri sessiz denecek kadar az ses verdi bu olaya. ABD dahi sert sayılabilecek bir açıklama yaparken birçok Arap lideri sessizliğe gömüldü. Kaldı ki konuşsalar bile zülfü yâre dokunan bir etkileri de olmuyor. Onların bu duruşu İsrail yönetimlerine her zaman çok rahat bir ortam sunuyor. Filistin halkı adeta Tel Aviv’deki üç beş kişinin kişisel egosuna bırakılmış durumda. İstedikleri şekilde muameleyi reva görüyorlar. Dramatiktir ki bu haksızlıklara karşı Arap ülkelerinden daha fazla sesini çıkaran yine bir İsrailli örgüt B’T Selem oluyor. İnsan hakları örgütü B’T Selem, Arapların da haklarını korumak için çabalarken Arap ülkelerindeki örgütlerin neredeyse sessiz kalması durumun ne kadar içler acısı olduğunu gösteriyor. Bu grup son olarak Şirin Ebu Akile’nin öldürülmesinin üzerini örtmeye ve cinayeti Filistinli grupların üzerine yıkmaya çalışan İsrail’in planlarını boşa çıkaran bir çalışma yaptı. Grup Ebu Akile’nin öldürüldüğü yer ile Filistinli grupların bulunduğu yer arasındaki farkı haritalarla göstererek Bennett hükümetinin iddialarını çürüttü. Bu grubu ileriki yazılarımda daha fazla tanıtacağım.