Ukrayna savaşı nedeniyle tedirgin olan İsveç ve Finlandiya, NATO’ya üye olarak kendilerini güvenlik altına alma çabasındalar. Türkiye iki ülkeye terörü desteklemeleri nedeniyle “hayır” dedi. NATO ülkeleri bu tavır karşında ne yapacaklarını şaşırdılar. Son yıllarda Türkiye, Batı’nın her dediğine “evet” demediği için başı epeyce belaya giriyor.

İsveç NATO’da kendilerini destekleyen güçlü dostlarının olduğunu, üyeliklerinin Türkiye’nin de hayrına olacağı tarzında aba altında sopa gösteren ifadeler kullanıyor. İki İskandinav ülkesi uzun zamandır PKK’ya destek veriyorlar. Özellikle İsveç’in yöneticileri, terör örgütü temsilcileriyle poz verip sıcak ilişkilerini sürdürüyorlar. Maalesef NATO ülkelerinin tavırları bu ülkelerden farklı değil; Almanya ve ABD’de aynı yanlışta ısrar ediyor.

Türkiye açısından NATO dost mu, düşman mı anlamak mümkün değil. Müttefikimiz Amerika Türkiye’de gerçekleşen darbe ve teşebbüslerin arkasında oldu. 15 Temmuz darbe teşebbüsçülerini fiilen destekleyen ve elebaşlarını bağrına basan bir ülke, Türkiye’nin nasıl dostu olur? Öte yandan Suriye’de terör uzantılarına silah vermek hangi müttefikliğe sığar, anlamak zor.

90’lı yıllarda Kamran İnan “Hayır Diyebilen Türkiye” adlı bir kitap yazmıştı. Kamran Bey, Türk politik hayatının renkli simalarından biriydi. Uzun süre milletvekilliği, bakanlık ve diplomatlık yapmış olan İnan, dâvûdî sesi ve ilkeli konuşmalarıyla dikkat çekerdi. Bu kitabında yabancıların bizim diplomatlara nasıl tepeden baktıklarını ve bizimkilerin nasıl eziklik psikolojisiyle her şeye “evet” dediklerini anlatıyor. Batılılar karşısında bu eziklik, Osmanlının son döneminden başlayarak hep var oldu. Kamran İnan 90’lı yılların ortalarında bu evet efendimci yaklaşıma dur demek gerektiğini ve bu gücün Türk milletinde var olduğunun altını çiziyor.

Sadece diplomasi de olsa iyi, her noktada teslimiyetçi bir eziklik içine düşmüşüz; asılacaksak İngiliz ipiyle asılmalıyız. Frakla, papyonla, opera ve baleyle çağdaş olmalıyız. Batıda ne varsa hikmetinden sual olunmaz hemen almalıyız, demişiz. Ancak aldıklarımızı da içselleştiremeyince ne bülbül olmuşuz ne de karga; ikisinin arası bir yaratığa dönüşmüşüz. İçerideki kafası karışık ezikliğin dış diplomasi yaklaşımı da evet efendimci olmaktan başka ne olabilirdi?

2000’li yıllarla beraber Türkiye çok hızlı bir değişim geçirdi. Her sahada büyük işler başarıldı. Milletin değerleriyle savaşanlar yavaş yavaş sahneden çekilmek zorunda kaldılar. Millete özgüven geldi. Tarihi ve coğrafyasıyla barışık bir döneme girdik. Dünyaya açıldık, her alanda daha çok olduk.  Bize ayar veren batılıların kendi terazilerinin bozuk olduğunu anladık ve onlara da gösterdik. Tekrar ve yeniden artık biz de varız dedik.

Bugün İsveç ve Finlandiya’ya “hayır” diyorsak son 20 yılda aldığımız mesafenin sonucudur. Daha güçlü hayırlar için ekonomik gücümüzü daha da pekiştirmeliyiz. Çünkü Batı’nın gücü elindeki maddi kuvvetten geliyor. Yaşadığımız dünya düzeni, gücünü haktan değil kuvvetten alıyor. Onların dünyaya huzur ve adalet getirmek gibi bir kaygıları yoktur. İnsanlık, adalet, merhamet tarihte olduğu gibi bugün de bizim anlayışımızda mevcuttur. İnsanlığı kurtaracak yegâne şiarlar bunlardır.