Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine

Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine

Yukarıdaki beytin Yahya Kemal ve Süleyman Nazif tarafından İbnülemin Mahmut Kemal için söylendiği rivayet edilir. Bu beytin devamında yazılacak her kelime zeyl mesabesinde kalacaktır.

İbnülemin, “nevi şahsına münhasır” insanlardan biridir. Mehmed Çavuşoğlu Hocanın deyimiyle “Nevi şahsına münhasır” insanlar yetiştirmek asırların getirdiği tecrübeyi incelikle işleyip mensuplarına aktarabilen kültürlerin başarabileceği bir iştir. Günümüzde böylesi insanların kalmadığını söylersek sanırım durum daha iyi anlaşılır.

İbnülemin Mahmud Kemal (17 Kasım 1870-24 Mayıs 1957) mensubu bulunduğu medeniyetin hakikatini bilen, buna göre yaşayan, inancının gereklerini yerine getiren büyük bir şuur abidesidir. Tanzimat’la birlikte başlayan batı taklitçiliğinin, toplumda yaygınlaşan ataletin, ahlaki çöküşün karşısında duran arif bir insandır. Osmanlı’dan tevarüs eden geleneği yaşatmak için elindeki tüm imkânları kullanan, geleneği gelecek nesillere aktaran bir medeniyet bayraktarıdır. İbnülemin medeniyetimize has duruşuyla hayatı anlayan ve onu seven bir mazi hazinesidir. Ayrıca hayatın içinde kendinden emin bir şekilde yaşamanın sırrına vâkıf bir İstanbul beyefendisidir.

Özellikle II. Meşrutiyet’ten sonra yöneldiği tabakat, tezkire, sefîne, mecmûa-i terâcim, hal tercemesi geleneğinin devamı niteliğindeki biyografik eserleri Osmanlı mirasını kayıt altına alması bakımından eşsiz çalışmalardır. İbnülemin bu hususu şöyle ifade etmektedir: “Mârifet ve sanat sahiplerini aramak ve bulmak, isimlerini ve eserlerini evlâd-ı vatana bildirmek hususundaki ihmal ve teşeyyübümüz ve mârifet ve ehline revâ gördüğümüz kadirnâşinaslık ve kayıtsızlık muhabbet-i vataniyye ile asla telif kabul etmez... Kemal ehlini tanıyanların tanımayanlara bildirmesi ise hizmet-i vataniyye cümlesindendir”

İbnülemin Mahmud Kemal’in bin bir emekle kaleme aldığı bu eserlerden bazıları şunlardır: Hersekli Ârif Hikmet Bey, Kâmilü’l-Kâmil(Yusuf Kamil Paşa), Nûrü’l-Kemâl(Yûsuf Paşazâde Menâpirzâde Nûri Bey), İzzü’l-Kemâl(Ferid Paşazâde Ahmed İzzeddin), Kemâlü’l-İsmet(Fındıklılı İsmet Efendi), Kemâlü’s-Safvet(Şair Mustafa Saffet), Gelenbevî(İsmâil Gelenbevî), Şeyhülislâm Yahyâ Divanı ve Mukaddimesi, Leskofçalı Galib Bey Divanı ve Mukaddimesi, Evkāf-ı Hümâyun Nezâretinin Târihçe-i Teşkîlâtı, Menâkıb-ı Hünerverân(Mustafa Âlî), Tuhfe-i Hattâtîn, Son Asır Türk Şairleri, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, Son Hattatlar, Son Asır Türk Musikişinasları.

İbnülemin, yeni Cumhuriyet idaresiyle birlikte medeniyet köprülerinin atıldığı bir devirde bunun imkânsız olduğunu göstermiştir. Tanpınar’ın “Üstat aramızda mazi hâtıralarının yed-i emini sıfatıyla bulunuyor” demesi biraz da bundandır. Benzer şekilde Mehmed Çavuşoğlu’nun şu sözleri dikkat çekicidir: “Tanzimat fırtınası birçok ahlâkî ve fikrî kıymet hükümlerini altüst ederken ortaya çıkan yeni aydın tipleri arasında Mahmud Kemâl Bey, Yahya Kemâl’in tabiriyle ‘kökü mâzîde âtî’ olarak kalabilmiş nadir insanlardandır. Onun içindir ki, çevresinde Hasan Âli Yücel, Kâzım İsmail Gürkan, Tevfik Remzi Kazancıgil, Mükrimin Halil Yınanç, Süleyman Nazif, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hamamîzâde İhsan gibi farklı düşünce ve karakterde bir hayranlar halkasını ölünceye kadar muhafaza edebilmiştir.”

İbnülemin Mahmud Kemâl, Nakşibendiliğin Halidiye koluna mensuptu. Onu tarihimizde mümtaz konuma getiren çalışmaları dipsiz bir kuyuyu andırır. İbnülemin’in el attığı alanlar o kadar fazladır ki derinlere indikçe her zaman yeni şeyler bulursunuz. Halen tam teşekküllü bir İbnül Emin külliyatının hazırlanamamış olması biraz da bu yüzdendir. Henüz 16 yaşında yazı hayatına başlayan ve aralıksız 70 yıl yazan bir münevverin izlerini takip etmek zahmetli bir görevdir. Müzeciliği, arşivciliği, koleksiyonerliği, tarihçiliği, şairliği, yazarlığı, hat sevdası, musikişinaslığı, Daru’l-Kemâl olarak nam salmış ev sohbetleri, “İbnülemin” sıfatını yansıtan keskin hafızası öne çıkan yönleridir. Döneminde kendisine verilen “edîb-i şehîr” unvanı tüm bu çalışmalarının yansımasıdır. Döneminin hangi yazarına bakarsanız bakın İbnülemin’in isminin geçmediği esere rastlamak mümkün değildir. İbnülemin adeta çevresini aydınlatan bir güneş gibidir. Başı sıkışan her münevverin “Levhi mahfuz” misali başvurduğu meseleleri vuzuha kavuşturan eşsiz bir hafızadır.

İbnülemin’i kısa bir yazıya sığdırmanın elbette imkânı yok. Bu derya insanın hayatını ve çalışmalarını ele alan eserler ne yazık ki bir elin parmaklarını geçmiyor. Hüseyin Vassaf, Mehmed Çavuşoğlu ve son olarak Dursun Gürlek’in İbnülemin hakkındaki eserleri önemli bir boşluğu dolduruyor. İşe bu eserleri okuyarak başlamakta fayda var. Vefatının yıl dönümü vesilesiyle büyük münevverimizi rahmetle anarken bu alanda yapılacak yeni çalışmalara ihtiyaç olduğunu belirtmek isteriz. Ruhu şad mekânı cennet olsun.