Mahmut Efendi’nin dünya meşgalesi bitti, ahirete göçtü. Başımız sağ, cemî müminâta rahmet olsun. Fatih Camii ve civarı, tarihî bir kalabalığa şahitlik etti. Bürokrasi dünyası da cenazedeki yerini aldı.

CHP’li politikacılar ise o sıralarda bir Ermeni papazının ölüsüne methiyeler düzüp, taziye yarışları yaparak ağıt yakmakla meşguldü. Kendi içlerindeki bel altı magazinlerden fırsat buldukları kadar tabii… PKK ve FETÖ övgülerine, kepaze rantlara, müsrif yalanlara taviz vermeden devam ettiler.

Belki bir milyonu aşan bu devasa insan selinden tek bir aşırılık, küçücük bir taşkınlık çıkmadı. Cümle Müslüman, efendi efendi gelip inandığınca vazifesini yaptı, duasını etti ve olaysız dağıldı. Etrafta ne bir kırık dökük, ne bir yaralı, ne de saldırgan tipler vardı. Çapulculuk değil kardeşlik rüzgârları esti. Küfür çığlıklarıyla donatılan yağmalar, talanlar, tacizler yerine; hâlis gözyaşları, bolca ikram ve karşılıksız sevgi konuştu.

Zihni seküler yobazlıklarla örtülmüş, balık kadar hafızası olmayan, ateşli ve güdümlü yığınların ümmet çapındaki bu sükûnet tavrını anlaması elbette beklenemezdi. Fakat her zamanki gibi anlamamakla kalmayıp, üstümüze çullandılar. Mukaddesatımıza, kıymet hükümlerimize, kırmızı çizgilerimize sataştılar…

Günlerdir kuduruyor, küfürlerini aşkla ilan ediyorlar. Putperest bağnazlıkları içi boş kafalarına kalkan yapıp, hiç bilmedikleri, zerre kavramadıkları mevzularda ahkâm kesiyorlar. Müslümanlara nefret kusa kusa, Müslümanlara Müslümanlık öğretiyorlar. Dünyadan haberleri yok. Bu ülkede kim kime ne yapmış, ne zulümler, ne katliamlar yaşanmış bilmiyorlar. Bilseler de yok sayıyorlar…

Laikliğin felsefî, tarihî ve sosyo-politik temelleri hakkında iki dakika konuşamayacağımız tipler, hamâsî yaygaralar koparıp ‘’laiklik’’ naraları atıyor. Kendi ideoloji kümeslerinde dönen tecavüz, çocuk istismarı, rüşvet, hırsızlık gibi rezaletlere ses edemeyen klavye delikanlıları; Müslümanları bu kötülüklerin yegâne faili, temel süjesi gibi yaftalıyor. Global Sermaye’nin post-modern ‘’kadın’’ ve ‘’çocuk’’ projelerine dair en ufak fikirleri yok. İnsan fıtratına, tabiata, yediğimiz ekmeğe, içtiğimiz suya musallat olan Yeni Dünya’ya özgürce biat ediyorlar.

Ve zorla eğitilerek eğitilemeyecek hale getirilen bu cahiller, hiç utanmadan bize ‘’aydınlık’’ nutukları çekiyor. Müslüman kadınlara ve çocuklara hayat hakkı tanımayıp, bize kadın haklarından, çocuk yetiştirmekten, barıştan, demokrasiden söz ediyor. Bin bir bühtanla milyonlarca boyun kıran -güya- İstiklal Mahkemeleri’ni hatırlatıp, zevkle yuttukları kalpazan tarihe atıflar yapıyor...

Susmuyorlar.

Sosyal medyada, şurada, burada sürekli nefret saçıyorlar.

Lağımlaşmış dimağlarından, yine en tazyikli cehaletleri akıtıyorlar.

Kuru sıkı atılan onca tehdide, onca kalitesiz ve bölücü gevezeliğe alışığım aslında. Ama kendilerini "daha zeki’’ ve ‘’daha cesur’’ görmelerine tahammül edemiyorum. Gülsem gülemiyorum. Çünkü böylesi bir karanlığın, ancak kanlı bir ihtilal ve ithal maarif modeliyle yeşereceğini biliyorum…          

Halbuki başlarına gelen her musibette alay ettikleri gerici(!)ler kurtarıyor onları. Söz gelimi bir 15 Temmuz yaşandığında, bu çürükler makarna kuyruklarından sıcak yataklarına kaçarken; cübbeli, sarıklı, namazlı, niyazlı vatandaşlar örüyor etten duvarları. Onlar darbeci tankları alkışlarken, bu ülkenin Müslümanları tekbirler eşliğinde şehadete koşuyor…

Lâkin bu monşer kıçlı vizyonsuzlar, halen daha Türkiye’nin gerçek sahibi sanıyor kendilerini. Algıyla olguyu karıştıran, zihni devamlı kullanılan bu bodur akıllılar, sıkılmadan, usanmadan bize ilericilik taslıyor…

Mahmud Efendi’nin cenazesi sıradan bir cenaze değildi velhasıl. İsmail Ağa cemaatine bağlı olmayan, belki yanından bile geçmeyen yüz binlerce Müslüman, Fatih Camii’nde boşuna konuşlanmadı. Çok güçlü bir şeyler anlattılar o gün. Sessiz çığlıklar atıp, tıklım tıklım yüksek bir hakikati haykırdılar.

Üç kuruş etmeyecek ihanetlere, tüm satılık iradelere, pişkin zulümlerin hepsine Müslümanca bir cevap verdiler.

Dişlerini gösterdiler sadece.

Sadece ‘’haddinizi bilin’’ dediler…