Birkaç gündür bayram vesilesiyle memleketteyim. Bilirsiniz bizim Sivaslılar dünyanın herhangi şehrinde yaşıyor olursa olsunlar hep bir Sivas’a gidiş planları vardır.

Hatta şöyle derler: “Bu yaz tatil planının ne?” diye sormuşlar Sivaslı’ya.

“Memlekete giderken mi memleketten gelirken mi?” diye cevap vermiş. Bir Sivaslının en büyük tatil planı yaz gelince memleketine gitmektir.

Bu sene de memlekette çok fazla yurtdışından gelen gurbetçiler gördüm. Pek çoğu tanıdığım, tanıştığım insanlar. Ama yine her sene olduğu gibi yüzlerinde gözüme çarpan garip bir ifade var. “Yabancı olmak, kabul edilmemek ve belki de ezilmek…”

Ben batının bir put, yüzünde maske olan bir katil ve büyük bir yalan olduğuna inananlardanım. Bahsettikleri bütün iyi hasletleri yok eden, tüketen ve bitiren hep onlar. Daha önce de pek çok kere yazdım bunu. Hatta tam olarak şöyle söyledim;

 “Biz dünyayı elin bilmem hangi diyarından gelmiş dilini bile anlamadığımız bir kaç garipten öğrenecek değiliz. Daha mı açık söyleyeyim; batı zihniyeti bize medeniyet öğretemez. Onlar yalnızca öldürmeyi bilerler, yok etmeyi, yıkmayı bilirler, hem de çok iyi bilirler. Oysa biz yüzyıllardır gönüller yapmaya geldik diye diye düştük yollara, yok etmeye değil yapmaya, öldürmeye değil yaşatmaya inandık. Şimdi onlardan öğreneceğimiz ne var diye sormak da lazım ve bunun cevabı “hiç” değilse de bence “çok” da değil.

Senelerce Avrupa’da yaşayan, yaşamaya mecbur kalan Müslümanlara ve Türklere neler ettiklerini, onları nasıl kullandıklarını, ne hakaretler edip de ne pislikler yaptıklarını biliyoruz. Ama sonrasında da insanlıktan, insan haklarından en çok bahseden yine onlar oldu. Ve daha önce ısrarla söylediğim, bu son Mesut Özil olayıyla beraber artık kesinlikle inandığım şu ki Avrupa’da yaşayan Müslüman Türkler Türkiye’nin küresel anlamda en büyük gücü olacaklar. Avrupa’ya en büyük tokatı onlar vuracaklar. İkiyüzlülüklerini, pisliklerini onların yüzlerine vuracak ve öyle ya da böyle içlerinde bir yerde saklı kalan o ruhla hakikati ortaya çıkaracaklar.  

Her nasıl olursa olsun, Avrupa’da yaşayan kardeşlerimizin kimlikleri ne kadar zedelenmiş ve unutturulmak için onca şey yapılmış olursa olsun, onların içinde bir yerde unutulmayan ve unutturulamayan çok fazla haslet var. Sadece söylemek için gereken zaman ve cesaret lazımdı. Arkalarında sağlam bir gücü hissettikleri an nereden geldiklerini ve kim olduklarını haykıracaklar ve haykırıyorlar. Zira aslandan aslan doğar.

 Şöyle bir kıssa var eskilerin anlattığı ve bu mesele için yeri gelmişken söylemek gerek. Hikaye bu ya bir gün ormandaki hayvanlar kendileri arasında hangimiz daha çok doğururuz iddiasına girmişler.

Ormanda yaşayan tüm hayvanlara sormuşlar ve gerekli cevaplarını almışlar. Fareler çok yavruları olduğundan kibirle bir de gidip aslana soralım deyip dişi bir aslanın yanına gidip biraz da aşağılar gibi meseleyi anlatıp sormuşlar;

-“İşte böyle herkese sorduk. Peki sen kaç yavru doğurabilirsin aslan kardeş?

 Dişi aslan sorudaki maksadı anladığından sakince cevap vermiş.

- “Ben bir tane doğururum” deyince diğer hayvanlar gülmeye başlamışlar. Gülüşmeler içinde son bir cümlesi duyulmuş aslanın;

-“Ama ben aslan doğururum…”