Biliyor musun, ben mutsuz olduğumda Metallica dinlerim: Nothing Else Matters…

Cranberries dinlediğim de olur: OdeTo My Family… Yabancı dil bilmeme gerek yok, mutsuzluğun içinde saklanan doğumu görebilmem için. Belki, ben onları dinlerken gençliğimde kalan melodileri yad ettiğimi, bir parça 19 yaşında olduğumu düşünüyor olabilirsin. Öyle değil.

CesarePavase’nin bir günlüğü olduğunu hatırladığımda mutsuz olurum. İntihara inanmam. Ama sevdiğim yazarların çoğu intihar etti. Hatta sevdiğim insanların çoğu intihar eder gibi yaşadılar, yaşıyorlar. Bu sebepten mi mutsuzum? Tam olarak öyle değil. Öleceğini bilmek başlı başına bir mutsuzluktur. Kötülerin varlığını hissetmek başlı başına bir mutsuzluktur. Kaba insanların gün geçtikçe arttığını görmek mutsuz olmak için yeter sebeptir. Yaşamak, başlı başına bir mutsuzluktur. Tarkovski’nin o mistik, sıkıcı, sabır gerektiren filmlerinden seyrettin mi hiç? Eğer seyretmemişsen, “Yaşamımın anlamı ve bugünden sonra yaşayacağım hayatın altından nasıl kalkarım?” sorusunun pis bir çamur gibi insanın yüzüne yapışması yok mu…

...

Yaşamın cıvıl cıvıl yanlarından bahsedemeyecek kadar insanım bugün. Unutmanın otlaşmak, varlığın bir acı, var olmanın kırılmak kadar keskin olduğunu bilecek kadar bugün kanlı, canlı ve yaralıyım. Biliyor musun; yaşamım boyunca çok zaman insan olduğumu unuttum. Belki bir erkek, bir öğretici, bir okuyucu, bir yazıcı, bir yiyici, bir toplayıcı oldum ama insan olduğum günlerin sayısı oldukça azdır.

Şimdi, Çürümenin Kitabı ya da Aristos ya da ne bileyim, Kur’an okuduktan sonra yazmıyorum bu yazıyı. Merak etme, elimde bir urgan ya da silah da yok. Kötücüllüğün ve karamsarlığın yalancı düşünceliliğinde de değilim. Bilirsin, insanlar kötücül, karamsar, mezarlık yanında ne bileyim işte, iki saat sonra unutacakları acı balonu yanında durdukları zaman pişmanlık, günah çıkarma, hayatın boşluğunu birdenbire savururlar ya havaya. Hani, birden her şeyi anlamış gibi yaparlar ya… Öyle de değil bu mutsuzluk.

İnsanın tek izidir yazı. Geriye ne kalır, değil mi? İz bırakıcı olmanın mutsuzluğu benimkisi. Kendini ifşa eden dostlarımdan öğrendiğim bir şey. Basitliği, ucuzluğu, yalanı yakaladığı anda yazıya döken bir pis hüner beni mutsuz eden. Oysa, yuvarlak başlarımızın içinde taşıdığımız iki avucu dolduran beynin şavkıma anları değil beni üzen. Sonsuz olmak düşüncesi de üzmüyor değil hani… Bir insanın sonsuz olacağını bilmesi… Bir insanın yaşam kılıfından çıkacak olması… Bir insanın yaşamı gerçekmiş gibi algılaması; başka bir insanın öteki dünyayı gerçek olarak algılaması. Biliyor musun, seksenli yılların sonuna kadar dünyada müzik diye bir şey vardı. O ahenk bozuldu ve ben buna üzülüyorum. Birden CesarePavese yalnızlığı, Tezer Özlü kırıklığı, İlhami Çiçek burukluğu yakalıyor beni ve Tanrım üzgünüm bugün; ve asla sana kırılmadım, diyorum.

Ve asıl mutsuzluğum ne az düşündüm, ne çok hoyrat yaşar gibi yaptım… Mutsuzluğum bunadır.

...

Ömrümün ve cümlelerimin tam ortasına bodoslama dalan insanlardan yoruldum.

İki satır kitap okumadığı halde eleştirmen kesilen insanlardan bıktım.(Sahi, siz kendinizden bıkmadınız mı ey kitapsızlar?)

Aynı yoldan geçtik diye kornaya edepsizce basan şoförler gibi kafasını hayatıma doğru çıkaranlardan korktum.(Azıcık siz de korksanız o boş kafanız kopar diye)

Ayşe Şasa’yı tanıma gereği duymadığı gibi ölümünden cümleler devşiren İslamcılardan bıktım.(Abi be, azıcık çile İslamcılık için iyidir.)

Yedi Güzel Adam’da “Nuri” ismini duyunca bu adam Reşat Nuri Güntekin mi, diyen namazlı niyazlı cemaatten usandım.(N’olurdu, azıcık yanındakini tanısaydın?)

Kelimelerin bir ağırlığı olduğuna inanmayıp, tartmadan cümlelerini kulağıma döken insanlardan bunaldım. (O kelimeler ki rahimden önce doğurdu insanı.)

Bir kitabımı okumadan “yazmadığım” şiirlerimden bahseden tuhaf insanlardan canım çıktı. (Şiir, insanın ayetidir. Yazamadım. Haddim değildi. Yazana da gıpta ettim.)

İnsanlar sokakta eşitlenirdi; sanal ortamda da eşitleneceğini düşünen geri zekalıların eşitlik anlayışından aklıma ziyan geldi. (Demokrasi eğitimini/etiğini kıçından bellemek…)

Bir yorumumla beni Müslümanlıktan çıkaran; başka bir sözümle beni şeyh kılan bakışların körlüğünden Allaha sığınıyorum. (Beyin kullanılmazsa başka organlar devreye girermiş.)

Kitaplarım, dostlarım ve selam için buradaydım.(Sanki er meydanı ya!)

Kitabımı okumayanlardan edebiyat dersleri aldım. Selam mı… Yüz yüze daha anlamlı olur. (Ne kadar da çoksunuz?! Ne kadar güçlü, bir o kadar da gereksiz.)

Dostlar mı? Ben onları buradan bulmadım ki!... Dilinde tad olmayana şerbet versen zehir bellermiş.

Gerçek, günahtır.

Gerçek, yalandır.

Gerçek, hayattır.

Biz, dünyada az olan bir şeyi arayanlar, gerçeğin günah ve yalana sarmalanmış hayat olduğunu anlayamayız.

Sevap ve iyilik bu dünyaya yakışmayacak kadar gerçekdışıdır.

Hakikat, dünyanın bittiği yerde başlar.

Bu yaptığım ne gerçeğe ne de hakikate saygısızlık.

Mesele şudur; gerçekle mi yetineceksin, hakikat için bedel mi ödeyeceksin?

...

Kalk Mezar-ı Şerif'e gidelim, demişti derviş. Sanırım ben o sese kulak veriyorum. Türkçenin hoyratlaştığı, Kürtçenin savaşa kestiği zamanlara erdim. Öfkenin aklı katlettiği söz düellolarında insanların kanı sıçradı üzerime. Acının başkentine, ilk doğanın şehrine gideceğim. Belki bir gün ölmeyecek kelimeler getiririm.

  1. şarkı, Metallica - Nothing Else Matters

  2. türkü, Muharrem Ertaş- Avşar Elleri

  3. şarkı, Azam Ali/AR Rahman- Mazaar

  4. dua, diyelim  Ahmed Zahir- KhodaBuwat...

...

Benim Rasim abim öldü! Sessizce. Bir ırmak kurudu sanki. Güller soldu. Sanki Maraş’tan yıkıldı. sessiz bir ölüm insanın canını nasıl da yakarmış, bildim ey Rab!

Üzgünüm ve türkü yakmak istiyorum.