Kıbrıs meselesinin fitilini ateşleyen Rumların Enosis arzusuydu. Kıbrıs, tarihte hiçbir vakit Yunanistan’a ait olmadığı halde adanın Ortodoks Rum sakinleri Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını (Enosis) talep ediyordu. Öyle ki adanın Türk hâkimiyetinden çıkıp İngiliz hâkimiyetine geçmesi, Enosis'e yönelik bir adım olarak görülmüştü.

Adanın Rum ahalisine göre Kıbrıs meselesini halletmenin tek yolu, Enosis’ti ve bunun dışında başka bir çözümü benimsemek mümkün değildi. Türkler ise Yunanistan idaresine geçen topraklardaki Müslümanların başlarına gelen felaketlerden dolayı Enosis’e yönelik her türlü teklife karşı çıkıyordu. O yüzden, “Kıbrıs Girit olmasın” sözü toplumda yer edinmiş sloganların başında geliyordu.

Rumların en büyük yanılgısı, Türkleri ve Türkiye’yi hesaba katmamaktı. Onlara göre ne Kıbrıs Türkleri ne de Türkiye Enosis’i engelleyebilecek güce ve hakka sahipti. Adayı Yunanistan’a bağlamak en büyük hayalleriydi. Hatta bu duygu ve düşüncenin bir çeşit inanca dönüştüğünü de söylemek mümkün.

Gel gör ki hesap tutmadı. 1960 yılında ortaklık cumhuriyetine imza atmak zorunda kaldılar. Enosis hayalleri suya düştü. Artık Kıbrıs’ı Türklerle birlikte yönetmeleri gerekiyordu. Enosis çabaları bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlamıştı. Ancak Rumlar bu ortaklığı hazmedemeyince 63’te ortaklık bozuldu.

Bu defa Rumlar, ortaklık devletini Rumlaştırmaya yöneldiler. Bu uğurda Türklerin anayasal haklarını gasp etmekten çekinmediler. Yine büyük bir yanılgıya düşerek ne Kıbrıs Türklerini ne de Türkiye’yi dikkate aldılar. Sovyetler Birliği’ne fazlaca güvendiler. Bu nedenle, Türkiye’nin adaya müdahale ikazlarını ciddiye almadılar.

20 Temmuz 1974 sabahı yanıldıklarını anladıklarında artık çok geçti. Enosis inadı, Türkiye’nin askeri müdahalesini doğurmuştu. Rumlar bir kez daha oynadıkları kumarı kaybetmişlerdi.

2004 yılında rotayı Avrupa Birliği’ne (AB) çevirdiler. AB üzerinden Türkiye’ye baskı yaparak Kıbrıs’ta istediklerini almayı umdular. Rumlara göre şayet Kıbrıs, AB’nin bir sorunu haline getirilirse Ankara’nın Brüksel karşısında direnme şansı olmazdı. Yine fiyasko! Türkiye tüm baskılara rağmen geri adım atmadı.

Rumlar yine pes etmedi. Bu defa doğalgazı kendilerine kalkan edinmeye kalkıştılar. Bu doğrultuda Türkiye’nin karşısına İsrail’i AB’yi ve Amerika’yı çıkararak bu işin üstesinden gelebileceklerini düşündüler. İsrail, Ermeni, Rum ve Yunan lobisini de sahaya sürmekten geri durmadılar.

Hesaplarına göre bu kadar gücün karşısında Türkiye’nin direnmesi mümkün değildi. Öyle ki bu güç sarhoşluğu, Rum lider Anastasiadis ile Yunan Başbakan Miçotakis’i öyle bir havaya soktu ki, bu iki haddini bilmez, ortalıkta Türkiye’ye karşı savaş kazanmış muzaffer komutan edasıyla dolaşmaya ve konuşmaya başladı.

Sarhoşluk da kısa sürdü. Ayıldıklarında iş işten geçmiş, Türkiye-Libya anlaşması imzalanmıştı. Tarih bir kez daha tekerrür etmiş ve Türkiye’yi diz çöktürmek için planladıkları tuzaklar, Türkiye’nin gücüne güç katmıştı.

Kıbrıs’ta federasyonu, Doğu Akdeniz’de paylaşımı kabule yanaşmayan Rum/Yunan ikilisi, Kıbrıs’ta iki devletli çözüm ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerinin önlenmesi için şimdilerde Batı başkentlerinde salya sümük Türkiye’ye karşı medet dileniyor.

Hiç boşuna çırpınmasınlar, Nafile! Zira Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’de küstahlık dönemi bitti. Bu vakitten sonra Doğu Akdeniz’de yapacakları tek şey, oturup Abdülhamid Han’ın Mavi Vatan yolculuğunu seyretmek!